31 Aralık 2008 Çarşamba

Belki yeni yıl unutturur hüzünleri

Belki yeni yıl taptaze fidanlar gibi yeşerir ümitler, susuz kalır acıların değirmeni...
Tanrım yeni yıl barışla gelsin, evsizler ev, yolsuzlar yol, bekarlar koca, hastalar şifa, fakirler para,vefasızlar vefa, kalpsizler merhamet bulsun

25 Aralık 2008 Perşembe

Avlumuz

Olgun armutların mevsimi gelince her sabah toprak zeminine düştüğü, kadife çiçeklerinin açtığı, biz büyüdükçe daha küçük algıladığımız bir avlusu vardı köydeki evimizin. Güneşli günlerde çalı süpürgesiyle süpürürken öğütler alırdık nasıl toz kaldırmadan süpürüleceği hakkında. Her bir köşesi santim santim zihnimizdeydi,
kuru dal parçasıyla çizgiler çizer, çizik taş oynardık. Mısır püskülü, erik dalı,kabak çiçeği gibi organik oyuncaklarımızı günün geç saatlerinde ertesi gün erkenden kavuşmak üzere vedalaşarak avluya parkederdik. Yağmur yağınca kara lastikleri içeri alır, camdan damlaların toprakla dansını izlerdik. Armut ağacının köklerinin bir kısmı yüzeydeydi ve biz avucumuzun içi gibi bilirdik yerdeki duruşlarını. Kestane yapraklarını yere dizer büyülenmişçesine saatlerin geçtiğini bilmeden oynardık. Koca cüsseli ağaç sanki gözkulak olurdu bize. Öyle sevecen ve güven vericiydi ki çay bahçesindeki annemizi ara ara hatırlardık. Duvarın altındaki salkım söğüt yağışlı karadeniz ikliminde avludaki şölene katılmak için sabırsızlanırcasına hızla büyürdü. Dedem tahta bir sedir yapmıştı bir ara önüne. Harika gün batımlarında oturduğumuzu hatırlıyorum. Kar altında sedir, salkım söğüt ve arkada duran yıllanmış serender dile gelecek gibiydi. Kenarda dedemin sepet ördüğü özel dalları yumuşatan özel bir havuz, havuzun ortasında tıpasını açınca coşkuyla akan bir su borusu vardı. Bir zamanlar şimdi torun torbaya karışan olgun gelinler nasıl kaldırdıklarını büyüyünceye kadar anlamadığım gügümlerle su taşırlardı o çeşmeden. Bu sayede sabahları günaydın, akşamları iyi geceler dilenirdi akrabalara. Bazen bayramlıklarla uçarcasına, bazen çay muşambalarıyla konarcasına geçerdik içinden. Yaz sonu ayrılık vakti gelince armudun dibinde durur döner son bir fotoğraf daha çekerdik zihnimizin albümüne...

15 Aralık 2008 Pazartesi

Ben şimdi ne yapayım?

Kış geldi, kendine dönmen için, sıcak çorbayı sevmen için, yün örmen için, karların kederlerini örtmesi için, baharı beklemen için. Kış geldi, üşümen için, güneşi sevmen için, ormandaki tahta kulübeyi anımsaman, şöminenin başında oturma hayalleri kurman için. Evini sevmen için, sahlep içmen için, eski aşklarını düşünmen için uzun uzun. Gecelerin uzaması için, bol bol rüya görmen için, tatlı yemen için... Kış geldi, karlı çam dallarından unicef'in şirin kartpostallarına dalman için, kibritçi kızı hatırlaman için, kitap okuman için...
Bu yazıyı yazdım, kış geldi, ben şimdi ne yapayım dememen için.

14 Aralık 2008 Pazar

Gidebilir miyim?

Yollar gider, karlıdağlar gider ben gidemem...Bir gözüm gitse bir gözüm kalır.Zaman gider, gece gider, ben gidemem .Bir ayağım gitse biri kalır.Tekerlekler döner, karanlıklar ürpertir, toprak gider ben gidemem.Bir elim gitse bir elim saçında kalır. ışıklar geçer, küçük evlerde hayatlar akar, elalem gider, ben gidemem...Üstümde gök gider, içinde yıldızlar gider, ben gidemem. Bir yanım gitse bir yanım kalır.
Yüreğimin sızısı, gözlerimin gülüşü, kulağımda türkülerin,herşeyim orda kalır.Bir çocuk ağlar ardımdan bilirim, yüreğim orda kalır...
Herkes gider ben orda kalırım, Ben giderim sen orda kalırsın.Ben giderim biz orda kalırız....

12 Aralık 2008 Cuma

Sen giderken

Bana biraz kendinden bırak,
Aşina gülüşünden,
Sevecenliğinden,
Sesinin tınısından,
Göğe uzandığın ellerinden...

Göğsümden bir kuş havalanacak,
Cümleler geçecek içimden,
Bütün gemilerim batacak,
Issız kumsallara vuracak dalgalarım
Türkülerin kalacak kulağımda yadigar.


Yine sen olacağım biraz,
Kaybetmemek için yolumu.
Dayanmak için yokluğuna
Bir sonraki bahara kadar,
Bana biraz kendinden bırak

O Türkü

O türküyü arıyorum.Hani herşeyi birden anlatan o türkü varya.Hani hem bugünü, hem yarını hem de dünü anlatan o türkü.Hani seni hem ağlatan, hem güldüren, hem coşturan hem durultan o türkü.Hani içinde sevdiklerinin olduğu, sevdalarının olduğu, gözyaşlarının inci taneleri gibi saklandığı o türkü.Hani gelip boğazına düğümlenen var ya.Bir dost sesi duyunca gözlerinden fışkıran o türkü.
Hani varya o türkü;bütün dünyayı dolaşıp, bütün yüreklere girip çıkan ve bir akşam üstü köyünden serin rüzgarların peşine takılıp gelen.Gelip saçlarını uçuşturan, yüreğini kırpıştıran . İçinde hem gurbeti hem sılayı saklayan,hem ayrılığı hem kavuşmayı büyüten.İçinde toprak kokusu olan, ana kucağı, yar sıcağı olan.Hem çocukluğundan kalan hem şimdine ait.O türkü işte; hem çok iyi bildiğin, hem bir türlü söyleyemediğin.Herşeyi bir çırpıda anlatıverecek olan, varlığını bildiğin ama bir türlü bulamadığın.Nekadar uğraşsan da anlatamadığın...
Hani varya o türkü işte; içinde dizboyu efkar olan.Diz boyu hayat, dizboyu hüzün....

8 Aralık 2008 Pazartesi

Aşağıdan Gelir Omuz Omuza

Aşağıdan Gelir Omuz Omuza
Çiğdem De Karışmış (Aman Aman) Güle Nergize
Benden Selam Söylen O Vefasıza

Baba Bayramınız (Aman Aman) Mübarek Olsun
Kirve Bayramınız (Aman Aman Aman) Karalı Geçe

Duvara Yaslandım Sigaram İçem
Yağlı Kurşun Geldi (Aman Aman) Ben Nire Gaçam
Kanadım Yoktur ki Havaya Uçam

Baba Bayramınız (Aman Aman) Mübarek Olsun
Kirve Bayramınız (Aman Aman Aman) Karalı Geçe

Yorgun Yorgun Vardım Orak Biçmeye
Köyün Çeşmesinden - Bir Su İçmeye
Yağlı Kurşun Gelir Ciğer Deşmeye

Baba Bayramınız (Aman Aman) Mübarek Olsun
Kirve Bayramınız (Aman Aman Aman) Karalı Geçe

Bugün Olmazsa ....



O sabah, nasip olursa bayramda muttafide olmak, hele de aylardan yine kasım olursa dünyada cenneti nasip etttiği için Allah'a şükredeceğiz, çocukluğumuzdan tanıdık hafiflemiş kıpır kıpır kalbimiz otfaya çıkacağız, yapraklar dökülmüş olacak, kalaşi esecek, boğazımızda düğüm düğüm olacak o güne kadar çekilen acılar, oh be işte burdayız, bitti hasret, artık mutluluk zamanı...Babam bayram namazından dönecek, annem henüz tüttürmeye başlamış olacak bacayı, inip bayramlaşacağız. Hava mutluluk kokacak; yaprak, toprak, havla, kalaşi, feli, çay, kına, aşk...
Bayramlıklarını giymiş çocuklar şeker torbalarıyla kapımıza gelecek, yüzlerindeki aynadan bakacağız çocukluğumuza.
Kahvaltıdan sonra Xurmalivadiye gideceğiz, orda asıl ziyafet...Ilık rüzgar, maviyeşil lahanalar, sararmış kiraz yaprakları, turuncu ballı hurmalar, kahverengi toprak, dede, yenge, babaanne...Çay çiçekleri açmış olacak harika kokularıyla ziyafeti tamamlamak için. Hendeğin dibine çökeceğiz, rüzgar dokunacak saçlarımıza diye, mutluluğun kokusu dolacak ciğerlerimize diye, özledik diye memleket toprağını...Lahana toplayıp aşina patika yollardan eve döneceğiz. Babam çay demleme, annem lapa yapma telaşında olacak. Zaman o sabahta durmuş olacak...
Bugün olmazsa birgün...

20 Kasım 2008 Perşembe

Arıyorum.....

Ben bu değilim.Ben senin gördüğün kadarı değilim.Ben senin görmek istediğin kadarı hiç değilim.Ben senin yanlızca sevdiklerin,değerini bildiklerin,olmasını istediklerin değilim.Daha iyisi ya da daha kötüsü.Ama ben bunlardan daha fazlasıyım.Belki de en çok senin görmek istemediklerin, senin için gerekli olmayanlarım.Ya da belki senin istediğin beni besleyen, istemediklerin, ihmal ettiklerin, varlığını bilip de yok saydıklarındır.
Ben de bir süre öyle sandım.Kendimi senin için gerekli kısımdan ibaret saydım.Kendimi senin görebildiğin kadar sandım.Senin istemediklerini budayıp attım.
Ama insan kendine rağmen varolamaz.Bir zaman idare eder, bir zaman unutur belki.Sonra kuruyup dökülmeye, kaynağı kuruyan ırmak gibi susuz kalmaya başlar sonunda.Yapraklar bir süre idare eder belki, ama kökler büyüyene kadar.Kökleri büyütemezsen çürüyüp gidersin ya da kuruyup yok olursun.
Ben de öyle sandım bir zaman.Köklerim olmasa da yapraklarım beni idare eder sandım.Ama olmuyor, kökler büyümezse yapraklar da kuruyup dökülüyor.
Hayır sana kızgın değilim.İşim kendimle benim.Yıllardır ihmal ettiklerim(z)i arıyorum.Tozlanmış sandıklarımda bekleyenleri, kuytu köşelerimde solanları, derinliklerimde kaybolanları.İçime yürüyorum, memlekete döner gibi, evine sığınır gibi.
Sürgündeki beni arıyorum.Gözlerini ve ellerini bağlayıp bir köşeye attığımı.Kapımı çalınca ısrarla, tanımazlıktan geldiğimi.Benim de yok saymak istediğimi.Budayıp attığım köklerimi...
Bulunca çıkar geliriz.Saçlarımız ıslak,yorgun ama taptaze....Dayanırız kapına....Merak etme...

16 Kasım 2008 Pazar

Şimdi...

Şimdi ağlamalı, sessizce bir köşede.Yana yana değil, doya doya .Yıkanıp arınırcasına, için paklanırcasına.Şifalı gözyaşları dökmeli.Ilık, bereketli, binlerce yıllık bir nehirden taşar gibi, taşların üstünden ustalıkla akar gibi.Kendine sarılır gibi, kendini dinler gibi, susar gibi, konuşur gibi,dolarcasına güler gibi.Dizini karnına çekip mışıl mışıl uyur gibi.
Söyleyemediklerin dökülmeli gözlerinden, söyleyebildiklerin, hayallerin dökülmeli, hayal bile edemediklerin.Alıştığın özlemeler dökülmeli, alışamadıkların.Gurbetlerin dökülmeli, sılaların, kavuşmaların, ayrılmaların.
Oturup dinlenmeli, durup bir düşünmeli.Yola düşüp kaybettiklerini bulmalı, düşürdüklerini toplamalı, boşuna sakladıklarını atmalı veda bile etmeden.
Yamalı bohçayı* yıkamalı, içine doldurmalı bulduklarını, yenilenmiş hayallerini, sakladığın düşlerini.
Sonra dolmalı, taşmalı, akmalı, çağlamalı... Yola devam etmeli yani....

* Yamalı bohça fikri için ve bunu kendisine sormadan kullanabildiğim için Şina'ya teşekkürler...

14 Kasım 2008 Cuma

Gel...

Topraklarım, kendi evim çağırıyor beni.Yüreğim yumsa gözlerini, tıkasa kulaklarını , kaçsa, şarkılar söylese bağıra çağıra, kayıtsız kalamıyor bu sese.Şefkatli ellerim uzanıyor bana.
"Gel" diyor; "Gel ben seni avutmam.Ben seni uyutmam.Sarsarım, uyandırırım, yaralarını dağlarım.Boşluklarını, dipsiz kuyularının diplerini gösteririm sana.Hasretlerini,hayallerini hatırlatırım.Sandıklarını döker saçarım, karanlıklarını, aydınlıklarını, biriktirdiğin.Ben unutturamam, hatırlatırım.Acıtırım, ağlatırım.
Ama şifalıdır benim gözyaşlarım.Yıkar kara lekeleri, renklerin çıkar ortaya, kokuların tatların...Affettiririm sonra.Merhemler yaparım, otlar kaynatırım .Şifalı ellerimle sararım.
Varlığının şarkısını fısıldarım kulağına, tarihsiz ninniler söylerim .Kendi şarkılarınla uyuturum seni şifalı uykulara...
Gel... Ben seni avutamam...
Ama ben seni iyileştiririm..."

4 Kasım 2008 Salı

Renksiz, Kokusuz, Tatsız...

Benim o...Bugünlerde...Renksiz, kokusuz, tatsız...Duygusuz, heyecansız, nötr...Sıkıntılı bile değil...Buzdan duvarların ortasında....Hepsi bu.Geçer zamanla...Biraz ağlasam, biraz sussam, toprağa uzansam, gözlerimi yumsam, saksımda bir tohum çimlense geçer....

3 Kasım 2008 Pazartesi

Türküler

Sabah uykularımızdan türkü sesi ile uyanırdık hafta sonları. Sıcak yataklarımızda dönerdik uyku mahmurluğu ile.Bilirdik babamız mutfaktaydı.Çay konulmuştu ocağın üzerine ve başlamıştı küçük evimizin mütevazi kahvaltısı hazırlanmaya.Mutfaktan patates ve minci kokularına karışık türkü sesleri gelirdi.Ve biz birazdan kahvaltıya çağrılacak olmanın verdiği rahatlıkla, açlığımızın tadını çıkarır, yatağımızda beklerdik.O zamanlar kimse bizden kahvaltı beklemezdi, çocuktuk, bizim için hazırlanırdı kahvaltılar...
O zamandan yerleşmiştir heralde türküler yüreğimize.Babam dinlerken bazı türküleri
" hey gidi günler heyy, bu çok eski bir türküdür" derdi de hayıflanırdı geçen zamana.
Anlayamazdım o zaman eski bir türkünün insana hissettirebileceklerini.
Demek zaman geçecekti, demek ben de gün gelecek başlayacaktım eski bir türkü eşliğinde hayıflanmaya geçen zamana...
Şimdi eski türküler, o günlerden tatlar, kokular, anlar, duygular eşliğinde çalar oldu kapımı...Ve ben hep arar oldum eskilerden daha eski türküleri, türkülerden çok yanında getireceklerinin hasreti ile...
Şimdi o yaz gününde, sararmış eğrelti otlarının arasında, annem, babam, ben ve kardeşim olsak...Üstümde o günkü gök, o günkü güneş, aynı bulutlar olsa...ben o günkü ben olsam... Yine o türküyü söylese kardeşim.Yine gülümsesem gururla "ne güzel söylüyor" diye geçirerek içimden...

21 Ekim 2008 Salı

Çocuktuk....

Hayatımız güzel mucizelerle doluydu, çocuktuk...Akşamlarıı yorgun eve dönerken tasasızdık, çocuktuk...Aynı çatı altındaydık sevdiklerimizle, çocuktuk...Yarınlar ümit vaadeden açılmamış parlak jelatinli bir hediye kutusu gibiydi, çocuktuk...Keloğlan da pamuk prenses de mutlu mutlu yaşayordu sonunda, çocuktuk...Tek bir fasülye tohumu ile gökyüzüne çıkılıyordu, çocuktuk...Karpuz kollu fırfırlı bir elbise ya da parlak bir çift rugan ayakkabı bütün gece mutluluktan uyutmayacak güçteydi, çocuktuk...Arife geceleri elimize kına yakardık, cenneti bekler gibi beklerdik bayramı, çocuktuk...Sadece dizimiz uf olurdu kalbimiz değil, çocuktuk...Saçlarımız henüz berberle tanışmamıştı, sık sık bit taramasından geçerdi, çocuktuk... Pijamalarımızı annemiz dikerdi, babamız merdivenleri ikişer ikişer çıkardı, babaannelerimiz şimdi anlatıp andığımız şeyleri henüz yaşardı, çocuktuk...Karanlıkta yanıp sönen mappazulelerde özetlerdik yaradanı, çocuktuk...

*Mappazule : Ateşböceği

15 Ekim 2008 Çarşamba

Ne olurdu?

Uyansam yine, uzun bir yaz tatilinin ilk sabahına.Giysem karbeyaz diz altı çoraplarımı , geçen bayram alınan en yeni giysilerimi.Oynanacak oyunların ve tasasız geçecek günlerin heyecanıyla , sokakta bir yaz boyunca görmeyeceğim arkadaşlarımla sek sek oynayarak beklesem bizi köye götürecek arabanın gelmesini. Ne gam olsa ne keder, hiçbir yalan acıtmasa bu kadar ve hiçbir ihanet kaybettiği misketleri alıp kaçanınkinden ileri gitmese…ne olurdu şu büyümek olmasa…

Bu türkü özetliyor hayatımı, hele de Ümit Tokcan'ın yorumuyla...

Güz mü geldi rengin soluk
Ne tez yaprak döktün ömrüm
Hep ağlarsın boynu bükük
Gözyaşım derya mı ömrüm
ne tadın ne de tuzun var
Ne yaşamakta gözün var
Bülbül gibi güle figan
Etmekten ne çıkar ömrüm
Her kuşun bir yuvası var
Hele bak ne sevdası var
Yaşamaya hevesi var
Neden tadın kaçtı ömrüm
Alem gülüp eğleniyor
Gönlüne sultan arıyor
Seni gören deli diyor
Yataksız yorgansız ömrüm

3 Ekim 2008 Cuma

Senin Kaç Tane Hüznün Var?

Çeşit çeşittir benim hüzünlerim.Herzaman sığınacak bir çeşidi saklıdır çıkınımda.Ayrılığın hüznü, bitişlerin hüznü, sonbaharın hüznü, yaşamanın hüznü, birgün yaşayamıyor olacak olmanın hüznü.....
Acıdan kaçar hüzne sığınırım.O acı gibi değildir.Yaşanması taşınması daha kolaydır.Ayrılığın acısı diyince içini yakan o şey, ayrılığın hüznü denince daha şefkatli, acıtmayan, sarıp sarmalayan bişeylere bırakır yerini.Ondan mıdır en çok hüznü sevişim.Yok sadece ondan değil.Mutluluktan daha renkli, coşkudan daha sadık, umuttan daha güvenlidir ...En çok onun rengi yaraşır yaşamın her yüzüne, en çok o dokunabilir kat kat olup içime saklanmışlara.
İşte bundan ötürü çeşir çeşittir Loya'nın hüzünleri.Ya da hüznün Loyaları...

29 Eylül 2008 Pazartesi

Bayrami mübarekli....

Bayram Deyince...

Köy...Bütün bayramların yaz tatilinde ve Köyde geçtiğinden emin olduğumuz çocuk aklımız...
Karacapxe Hala'nın kına dolu tası ile evimize gelmesini beklerken ki heyecan.Bilirdik ki her ne olursa olsun gelecek.Ta ki artık gelemez olduğu bayram arifesine kadar...
Minik ellerimizdeki taze kına kokusu...
Erkenden kalkıp suya koşturuşumuz kınalı elleri yıkamak için.Sonra da kimin ki daha koyu tutmuş diye avuçlarımızı merakla karşılaştırışımız...
Bayramlıklarımız...Özellikle de yeşil fiyonklu sarı elbiselerimiz...
Kahvaltı bile etmeden giyinip dışarı fırlayışımız...
Şeker Toplama Ekibimiz...
Nerenin şekerleri en güzel, kim ne dağıtıyo listemiz.Zira bu uğurda sınır tanımayan Ekip bizdik...
Selveri Mandili...Tokalar, yüzükler, soğan kabuğu ile birlikte kaynatılmış yumurtalar...
Büyük Salıncak zamanı...
Bayram namazından dönen Babamın yolda bize kucak açışı...
Yorgun argın eve döndüğünde henüz saatin öğleni bile varmadığının garip şaşkınlığı.Meğer ne kadar erken kalkmışız.Yaşasın daha bayram bitmedi sevinci...
Kim daha çok şeker topladı? Ve kim şekerleri bayramdan günlerce sonrasına saklayabildi?Kesinlikle ben değil...
Evet evet, öyleydi, çocukken daha iyiydi bayramlar...Değil mi yoksa sevgili Ekip arkadaşım, Şinam?

27 Eylül 2008 Cumartesi

Bunun için

Seni güçsüzlüğünün bedelini bana ödettiğin için, anlayışsız olduğun için, mutsuz edici sözlerini keyifle söylediğin için, bir kerecik bile üzülme hallederiz demediğin için, günah keçin olduğum için, kendi dünyana sadece senin istediğin kısıtlı ve kısır zamanlarda bizi dahil ettiğin için, herzaman mutsuz olacak birşeyler bulduğun için, bütün bayramlarımı acımasız hayat yorumlarınla berbat ettiğin için, sevmiyorum. Sadece birkez bana desen ki boşver hayatım hallerderiz!

25 Eylül 2008 Perşembe

Eylül, babam

Her mevsim ayrı bir türkü fısıldar kulağıma ama sanki güzün türküsü daha yanıktır hepsinden. Eylülde köyden döner masanın üzerine bizim için dizilmiş okul kitaplarının, kaplama kağıtlarının arasına karışırdık. Babam biz yokken hepimize ayrı ayrı almış olurdu kitaplarımızı, kimse büyüğünden kalan eskileri kullanmazdı. Demek ki babam için sadece bir formalite değildi okumamız. Diliyle söylemediği o gizli mesaj aslında hummalı hazırlığında aşikardı. Annem daha köyden dönmeden diktirmeye başlardı formalarımızı. Farkındaymışız ki tatlı bir heyecan ve başarılı olma arzusu sarardı ruhumuzu. Hepimizin aynı çatı altında yaşadığı o sonbaharlar hep öyle sürüp gidecek gibiydi. Balkonda fasülye turşuları, kavanoz kavanoz konserveler, mısır, kabak ve köy elması, armut pekmezi olurdu. Okuldan sığınır gibi gelirdik eve, önce yemek yenirdi, masada anlatılırdı okul öyküleri. Evimiz huzur verirdi. Üstelik sadece bize değil arkadaşlarımıza da...Resim dersinde mutlaka kış hazırlıklarıyla ilgili bir resim yapardık. O resmi yapmak evcilik oynamak kadar tatlıydı. Odun, kömür, turşu bidonları, reçel kavanozları, sararmış yapraklar, okula giden çocuklar olurdu içinde. Bir parça gurbet miydi ve biz zor şartlar altında fırtınada birbirine sığınan kuşlar gibi miydik, bu yüzden mi herkesen çok sevdik çekirdek ailemizi? Güz akşamlarında yediğimiz tatlı kabaklar mı kaldı hala boğazımızda?

22 Eylül 2008 Pazartesi

Vaktim Var Sanıyordum..

Vaktim var sanıyordum.Daha, ılık sonbahar güneşinin güzelliğini anlatacaktım."Bugünlerde Urfa'ya düşse yolunuz; yakmayan, ılıtan, ısıtan, gülümseten bir sonbahar güneşi karşılar sizi.Dışarılarda olmanın, cebine taze fıstık doldurup öğlen güneşine karşı yürümenin, Balıklıgöl'ün koca çınarlarının altında oturup sonbaharı hissetmenin, akşam serinliği yaklaşmakta iken yavaş yavaş gitmeye hazırlanan yazla vedalaşmanın zamanıdır"diyecektim
"Sonbaharın o kendine özgü hüznü yavaş yavaş yayılmakta mıdır , yoksa Loya kendi hüznünü her sonbahar yaymakta mıdır sessizce ortalığa bilinmez ama,hüzünle huzur hep kolkola gelirler sonbaharlarda"diyecektim.
Daha, toprağın, ağaçların, suyu bulmak için hep daha derinlere ulaşmaya çabalayan köklerin ve Loyanın düşlerini anlatacaktım yağmurlara dair.
Belki domates kurutacaktım,biraz daha incir, üzüm yiyecektim,kavurucu yaz yeni bitmişti, ılık sonbaharın tadını çıkaracaktım işte.
Loya, hüzün ve huzur kolkola girip gezeceklerdi, hazan olmuş bağları bahçeleri, ıssız çocuk parklarını, eski dar sokakları, geniş caddeleri.
Ama hayat gibi sonbahar da ben plan yaparken gülüyormuş kıs kıs.Tatlı bir yağmur kokusu hatırlattı bu sabah, ertelemek için aslında hiç vaktimin olmadığını.Süpriz bir yağmur arkasına taktığı serinlikle çalmıştı kapmızı...

21 Eylül 2008 Pazar

Nezaman Oldu Bu

Ne zaman oldu bu? Ne zaman tulum sesi en sevdiğim ses haline geldi.Hep mi öyle idi ? Ben ne zaman farkettim böyle olduğunu? Ne zaman , ta içime, en içime, iliklerime kadar ben olan beni hatırlatır oldu bu ses? Ne zamandır, tulum ritmi ile yere vuran ayak sesleri, çırpılan eller,dünyanın en güzel dansıdır benim için?
Ayrı düşeli sılamdan diyeceğim, yok değil.O değil, başka bir yerlerden belki çocukluğumdan, belki gençliğimden...Belki babamın çekip kolumdan beni horona kattığı "ayaklarıma bak, müziği dinle" diye ilk ve son dersini verdiği o akşamdan.Belki ölesiye horon oynadığım arkadaş düğününden.Bir zamanlardan, bir yerlerden, eskilerden daha eskilerden beri...

19 Eylül 2008 Cuma

güz yağmurları

Hani dersaneden dönmüştük, yemekten sonra kestirmek için uzanmıştık, Nazan Öncel o şarkıyı söylüyordu. Tavana bakıyorduk, hafif bir karınağrısı duyuyorduk sınavı düşündükçe. Yine de ne ballıydı o günler, değil mi Teona?

cennetteymişim

Trabzonda lapa lapa kar yağıyordu, şubattı, geceydi, yalnızdım masamın başımda, ders notlarının yanıbaşında duruyordu not defterim, içimden tatlı bir huzurla birlikte binlerce kelime geçiyordu. Seslensem "efendim" diyebilirdi annem içerden, kardeşlerim yanımdaydı, babamın getirdiği çay daha sıcaktı kupanın dibinde. Cennetteymişim...

18 Eylül 2008 Perşembe

Zor Soru

Onaltı onyedi yaşlarındayken hayata zor sorular sorardım. Neden yaşıyoruz, dünya neden adaletsiz, neden savaşıyor insanlar, neden açlıktan ölüyor bebekler? Susuyordu felek...Yooo daha iyi bir cevapta bulamamıştım aslında, içerlemiş olacak ki felek; roller değişti... O soruyor artık, ben susuyorum.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Nasıldır Şimdi?

Ilık sonbahar rüzgarları, serin akşamları getirirken, tarladan yeni toplanmış mısır, kuzinenin üstünde kaynamaktadır.Annem bakır leğenlere doldurduğu fasülyeleri ayıklarken, babam çayların en güzelini demlemek için, suyu sobanın üstünde tam ayarında kaynatma telaşındadır.Birazdan amcamlar gelecektir,"hani çay hazır değil mi daha?" diye seslenerek.
Belki dalında sabırla bekleyip tatlanmış bir balkabağı da dilim dilim pişmektedir kuzinenin fırınında.Demlenmekte olan çaya eşlik edecektir balkonda.
Kızılağaçlara dolanmış kokulu üzümler, son güneş ışıklarını değerlendirip salkımlarını olgunlaştırma telaşında iken, dağlar ilk karların üstlerine düşeceği, köyün hüzünlü bir sessizlikle onları baş başa bırakacağı günlere hazırlanmaktadır.Henüz vakit vardır, henüz üçüncü çaylar toplanacaktır, sonra bayram gelecektir…Yalnız kalmaya sayılı da olsa günler vardır daha….
Bizim çocuk adımlarımız da oralarda bi yerlerde, patikalarda, yol kenarındaki hendeklerde duruyor mudur daha?Sonbaharın savurduğu armut yapraklarının tatlı hüznü, bereketinin sevincine karışıp, huzur olup dolaşmakta mıdır oralarda hala?3alekteride duruyor mudur , dik patikasında otururken, gözlerimi kırpıp, dudağımdaki gülümseme ile hissettiğim ılık rüzgarın mutluluğu? “Serin, sarı, hüzünlü” bir sonbahar akşamında, kardeşimin gelip beni kucaklayışındaki sevgi, asılı kalmış mıdır melenkalenin göğünde? Oturup, köye baktığımız, bakarken yaşantımızı damıttığımız, o sonbahar akşamının umudu hangi fındık dalına takılıp kalmıştır acaba? Yattığımız odanın sac tavanından içeri kıvrılan sarmaşık dalının izi çoktan silinip gitmiş midir, şaşkınlığımızı orada bırakarak?O sonbahar geçse de hüznünü bize yadigarmı bırakmıştır acaba?Ondan mı hep bir damla yaş beklemektedir, kirpiğimizin ucunda….
Şimdi birer kuş olup uçsak topraklarımıza, sığınsak evimizin gölgesine, annem farkeder de okşayıp doyurur mu karnımızı?Biz de dinlesek balkon sohbetini, için için sevinerek, şaşarak orda olduğumuza,hissdederlermi bir yerlerden sevincimizi?
Karışmakta mıdır, bizim çocuk adımlarımızın tıkırtıları, çocuklarımızınkine. Ayırt edebiliyor mudur babam, bizim çocuk çığlıklarımızı , çocuklarımızın oynadıkları köşelere sinen sevinçlerinden.
Evdeki sessizlik, hep beraber olduğumuz günlerin duvarlarda kalan yankıları ile karışıyor mudur? Her köşeden çıkan bir anı göz kırpmakta mıdır evdekilere?
Sanki aradan uzun zamanlar geçmiştir, belki de hiç gelinmemiş midir?Yoksa...Yoksa daha şimdi mi inilmiştir son basamaktan da, daha şimdi mi vedalaşılıp gidilmiştir.

16 Eylül 2008 Salı

25. 8. 976 yazar arkasında

Canım loyam o fotoğrafı biliyorsun, hava sıcak, senin örgüsü yeni açılmış düz saçların deniz rüzgarıyla havalanıyor, benim tepemdeki saç tutamı gevşemiş sağa düşmüş, güneş arkamızda gözlerimiz iyice kısılmış, tıpkı şimdiki gibiyiz, elele ileriye bakıyoruz. Beyaz puantiyeli robadan büzgülü kısa bir elbise var sırtımda, sen göğsünde araba deseni olan askılı bir pantolon giyiyorsun. Rengi belli değil ama sarı olduğunu iyi hatırladığım teras duvarının önünde duruyoruz, naylonlarım ayağımda... Yüzünü, gözlerindeki o tatlı bakışı anlatacak kelime bulmak benim için imkansız. Omuzunun hizasındayım ve hep orda kalmak istiyorum...

15 Eylül 2008 Pazartesi

Ümit etmek

Rüya gibidir bu ülkede öteki olmak. Şimdi uyanırım, bu gerçek olamaz dersin, uyanamzsın. Her sıradan çocuk her hafta en az otuz saat ders alırken ötekilere reva görünen 3 saattir... Bu ülkede yalnızsın, mafya olmuş servis şoförlerine emanet edersin çocuğunu, alır peruklu sınıf öğretmenlerinin sözümona özel eğitim verdiği aslında istenmediğini bildiğin sınıfa götürür. Bir yıl şikayet edersin ikinci yıl yine aynı mafya tura verilir ihale...Zordur velhasıl öteki olmak ümit etmek yürek ister...

13 Eylül 2008 Cumartesi

Acaba?

Hani babacığım sıcak bir yaz günüydü.Sen unutmuşsundur da ben unutamam.Belli ki çocuktum daha, ama ben kendimi büyük biliyordum.Hani arkadaşlarımın güllerini kıskanmıştım da, “bana hava attılar ellerindeki güllerle” demiştim.Hani o zaman da isteklerimiz, hayallerimiz,birer amaçtı sizin için.
Hani ertesi gün ellerinde kocaman bir demet gül, yüzünde güllerden de kocaman kıvançlı bir gülümsemeyle gelmiştin.
Canım babam, kendimi yanında ufacık hissettiğim, çalıştığın o koca binanın bahçesinden gülleri toplarken bir mahcubiyet var mıydı yüzünde?Keşke toplamasa mıydın o gülleri?Yıllar sonra neden o günü, güllerin sevincinden çok o mahcubiyet ifadesi ile hatırladım bir anda?
Acaba “ güller dalında güzeldir,onların varlığını hissettiğin sürece, bütün güller, bütün doğa senindir, sevdiğin sürece her şey senindir” deseydin o gün ; aklımda güllere olan hasretmi kalacaktı? Ben gerçekten kocaman bir kızken, arkadaşım araziden topladığı çiçeklerden bana vermediğinde,o günü buruklukla değil sevinçle mi hatırlayacaktım yoksa?

10 Eylül 2008 Çarşamba

Hangisi?

Bazı insanlar vardır, hep naziktirler.Ama bu nezaket hiç sahici gelmez insana.Tam tersi gerçek duyguları ve düşünceleri gizlemek için profesyonelce kullanılan bir örtü gibidir.
Bazı insanlar vardır, hep güleryüzlüdür.Ama bakarken görmesini bilenler, o güleryüzün arkasına saklanmış derin bir hüznü yakalayabilirler.Fark şudur ki; bu güleryüz az önceki nezaket gibi sahte bir perde değildir.Daha çok bir savaş, belki bir meyda nokumadır o derin hüzne.Ya da bir duruştur hayat karşısında....
Bazıları da vardır ki hep çok güçlüdürler, ya da öyle görünürler, ama çoğu kez o görüntünün arkasında hata yapmaktan korkan küçük bir çocuk vardır.
Soğuk bir görüntünün arkasına saklanmış yakınlaşmaktan korkan bir çocuk ...
Sürekli çalışmanın arkasına saklanmış, durup düşünmekten korkan, belki tatminsiz bir kişilik...
Öyle çok ki arkada saklı duran gerçek yönetmenlerimiz.Sanırım en iyisi sahici bizler, zaafıyla, hatasıyla, gücüyle, korkuları ile biz olan bizler.Gölgelerce yönlendirilen mükemmellikler değil....

9 Eylül 2008 Salı

Merhaba

Şu acemice girişten sonra, biraz ürkek, biraz heyecanlı, ama umutlu bir merhaba buradan dünyaya.Acemilik derken yanzının içeriğinden değil, daha ziyade yayımlarken yaptığım hatalardan bahsediyorum.Giriş yazımız Şina'ya ait.Okuyunca işte başlangıç yazımız dedim kendi kendime ve onun izni ile yayınladım.Teşekkürler Şina...
Başlarken yazısı aslında biraz da ipuçları veriyor bu güncemizin gelecek karakteri hakkında.Biraz geçmişle köprü, biraz hatırlamak, yaşatmak anıları, biraz kendinle, biraz dostlarınla paylaşmak geçmişten bugüne barındırdıklarını, biraz ayna tutmak ruhuna, anlamaya çalışmak, ve tabi ki paylaşmak....Bazen bir bardak demli çay eşliğinde sohbete dalmak istediğin dostlarınla, bazen o an yanlarında olmaya can attığın ailenle, bazen kahkahalara boğulmak istediğin arkadaşlarınla, tanıdıklarınla, tanımadıklarınla, tanımak istediklerinle....Kısaca bizi biz yapan herkesle.


"Guri kayoba" iyi yüreklilik demek, kelime anlamı ile, ama esenlikle sağlıkla demek geniş ve fiili anlamı ile.İlklerde, başlangıçlarda en güzel temennidir herşeyin ferah yürekle, esenlikle devam etmesi...


Guri kayobate.......



8 Eylül 2008 Pazartesi

Başlarken......

sanki daha küçük bir kızmışım...
sanki daha yüreğimde sadece sevda ateşi varmış...

sanki daha çay kokusu gitmemiş ellerimden...

sanki daha babamın sesi çok yakınımdaymış...

sanki daha annemin sıcak kucağından bakıyormuşum dünyaya....

sanki kavak yelleri esiyormuş dumanlı başımda...

sanki daha kınalıymış ellerim, hafifmiş yüreğim ...

sanki daha henüz izin vermemiş babaannem ,
Zenideki püsküllü bebeği koparmama…

ubamda erik, dişlerimde ise karayemiş izleri varmış

Sanki içim kıpır kıpır biri kaldırsa da horona katsa
sanki atsam utangaçlığımı vursam ayağımı yere pat pat


Sanki daha sormamışım zor soruları hayata…

Sanki hayat daha susmamış inatla

Sanki henüz tek kötü ceyar

Sanki daha henüz gitmiş dedem Kars’a...

Sanki değneği sedirin başında duruyor kıbleye nazır...

Fındık sopalarından yaptığımız ineklerimiz avluda yatıyor...

Sanki ıhlamur dalları kucağımda demet demet topluyorum çiçekleri...

Sanki sepetimin gıcırtısı,sanki armudun loğası, tavanın ateşi,

Arının soktuğu kollarım,

sanki avlada olgun armutlar nsxikkiden süpürgem

bayramlık elbisem

hızar sesi,

talaş kokusu

Kulağın arkasına konmuş kalem...