18 Aralık 2009 Cuma

Bugün...

Bugün günlerden, bebekleri leyleklerin getirdiğine inanılacak gün.
Bugün günlerden çok sevdiğini çok sevdiğine göndermenin mutlu ettiği gün.
Bugün günlerden kış.
Bugün günlerden toprak ıslak.
Bugün günlerden , yapraklardan damlalar sallanıyor toprağa.
Bugün günlerden boş.
Bugün günlerden babam evde.
Bugün günlerden doğduğum gün...

17 Aralık 2009 Perşembe

Her yeni yaşın sana mutluluk ve sağlık getirsin.İyi ki doğdun kardi...

6 Ekim 2009 Salı

Karmatte ( Değirmen )

Bir değirmenimiz vardı.Aslında bizim değil, adet olduğu üzre tüm mahallelinindi.Kocaman, paslı, masallardan fırlamış izlenimi doğuran anahtarı bizde dururdu.İhtiyacı olan alır kullanır, işi bitince geri getirirdi..Mısır çuvalını sırtına alan kapımızı çalardı değirmen anahtarı diye.Bu gidişin bir de sırtında mısır unu çuvalıyla dönüşü olurdu.Bu sefer anahtarı bırakmak için.Küçük sohbetler yapılırdı eşik önünde.Hemen gitmeye hazır vaziyette, sırttaki çuval inmeden yere.

Küçük bir derenin oralara özgü derin vadisinde, bir yamaca gizlenmiş beklerdi.Vadisine gizlendiği küçük derecik can verirdi ona.Gıcırtıyla çevirirdi değirmenin ahşap çarklarını, etrafa ak köpükler saça saça.Daracık bir patikadan inilirdi değirmene.Önce yosun tutmuş betondan çatısı görünürdü, sonra yavaş yavaş belirirdi o büyülü kapı...

Değirmeni inşa eden ve köylünün hizmetine sunan dedem, bakımıyla da ilgilenirdi.Ben gizli bir gurur duyardım içten içe bu durumdan, ama adını koyamazdım o zamanlar.

Genellikle akşam üzeri giderdik o değirmene.Dedemin tombul elleri içinde ellerimin kaybolabileceği yaşlardaydım henüz.Ama tutamazdım ellerini.Karadeniz'in dar patikalarında ancak tek kişi yürünürdü.Hep bir ürperti olurdu içimde.Değirmenlerin hep ırmak vadilerinde kuytu yerlerde olmasından mı kaynaklanırdı bu korku; yoksa onlar hakkında anlatılan peri hikeyelerinden mi bilemezdim.

Kocaman paslı anahtar dönüpte kapı açılınca, ahşap, mısır, un kokusu çarpınca burnuma unuturdum herşeyi...Belki - şansım varsa -değirmen taşı hala dönmekte olurdu,
ben seyrederdim peryodik aralıklarla taşa düşen mısır tanelerinin ahengini.O ses, o koku, tanelerin dizi dizi akışı, unun dıştan içe ; inceden kalına doğru dökülüşü...

Taş durduğunda ise, dışarıda ırmağın sesine karışık türkü sesi gelirdi dedemin.Sözleri yoktu o türkülerin.Heceleri vardı ve ben ta içimde hissederdim, o sesin bana verdiği güven ve mutluluğu....Bilirdim, dedem maharetli elleri ile değirmen çarkının dönmeyen yerlerini elden geçirmektedir...O ses geldiği sürece sorun yoktur.Bilirdim ben çocuğum, dedem yanımda....

3 Ekim 2009 Cumartesi



Günün koşuşturmasında eğer yol kapalı olmasaydı arka sokaklardan bir çıkış yolu bulmak için dolaşmayacak ve o harika kesiti göremeyecektim. Tam fotoğrafını çekmek için durdum ki arkada bir kamyonet.. Tabi yola devam ettim, arabayı evin önüne parkeder etmez hipnoz olmuşçsına gittim o sokağa...Gerisi size kalmış...

30 Eylül 2009 Çarşamba

Sen benim neyimsin?

Sen gözlerimin içine bakıp 'ben senin neyinim' demedin. Ama ben hep sordum kendime...Sen benim neyimsin? Akşam üstlerinde rüzgar eserken kapının eşiğine oturup hendek ile duvarın arasından görünen yol parçasından geçmeni beklerken herşeyimdin. Sahnede selam verdiğimde heyecanla herkesten önce ayağa kalkıp alkışlarken ailemden biriydin. Elinde dört tane papatyadan oluşan buketle saatlerce kütüphaneden çıkmamı beklerken heyecanımdın. Lafı döndürüp dolaştırıp dakikalarca konuştuktan sonra adamakıllı beni yemeğe davet edemediğinde korkağımdın. En yüksek ağaçların tepesindeki en güzel yemişleri toplayıp getirdiğinde mahçubumdun. Yanyana gördüğüm her ağaca gizlice isimlerimizi koyduğumda sevdamdın. Hüzünlü aşk şarkılarının sevenlerin kavuşamadığı mısralarında hicran yaramdın. Uğruna yıllarca sılaya dönemediğimde kin tutamadığımdın. Uzak bozkır kentlerinde unutmaya çalıştıkça inatla bir köşeye iliştiğinde çocukluğumun bir parçası olduğunu kabullenişimdin. Apansız girdiğin rüyamda, uzak sessiz suçlu...Her bahar gizlice, içten içe doğum günü kutlanandır. Bütün doğum günü şarkılarının kısık sesle fısıldanışıydın.
Sahi sen benim neyimdin?

3 Eylül 2009 Perşembe

Duvarların Var Senin...

Artık ne zaman gözlerine baksam, ağlayasım geliyor.Boğazımda düğümleniyor söylemek istediklerim, söyleyemiyorum.Biliyorum, şarkılarım kalbine değmeyecek, duvarlarına çarpıp donacak, kırılacak, dökülecek.Acıyorum onlara kıyamıyorum.Nezaman ağzımı açacak olsam, duvar diplerinde bekleşen kelimelerimi görüyorum.Renklerini yitirmiş, solmuş, büzüşmüş, içleri boşalmış kelimelerimi, birer hayalete dönmüş cümlelerimi, benim bile tanıyamadığım duygularımı.Vazgeçiyorum.
Artık ne zaman gözlerine baksam, bir korku kaplıyor içimi.Seni değil duvarlarını görüyorum çünkü.Hani sana kendini çok güçlü hissettiren duvarlarını.Oysa korkakların bukadar yüksek duvarları olur.Korkuyorsun sen.Kalbini açmaktan korkuyorsun.Acı çekmekten korkuyorsun.Yanılmaktan korkuyorsun.Anlamaktan korkuyorsun.Korkuların hergün bir taş daha örüyor duvarlarına, anlamıyorsun.Ben anlatamıyorum.Anlatmak istesem, filmin sonu görünüyor gözüme.Hep farklı başlayan, ama aynı sonla, hep pişmanlıkla biten filmin sonu. Bir bakıyorum yanlız konuşmalara dönüşmüş sözlerim.Bir bakıyorum birer taş olup örülmüş duvarlarına ...Çoktan bitmiş başlamadan sohbetler...Vazgeçiyorum...

25 Ağustos 2009 Salı

Hancı ile yolcu...

Saklamaya çalışma hüznünü; saklayamazsın.O senden bir parçadır artık.Rengi sana bulaşmış, kokusu üstüne sinmiştir bir kere.Ne yapsan da atamazsın.
Hüzünse hüzün .... Gurbetse gurbet....Ayrılıksa ayrılık.Boşver. Yaşa sonuna kadar.
Sen demedin mi en aşina olduğumuz duygu hüzündür diye.Sen demedin mi en iyi yaptığımız şey acı çekmektir diye.Çekeriz öyleyse.
Ayrılmayı en iyi biz biliriz.Kavuşmanın sevincini de.Ağlamayı en iyi biz biliriz.Kahkahalarımızla boş ruhları çınlatmayı da.İçimizin ezim ezim ezilmesini, birlikte geçen günlerin üzerine düşen ayrılık gölgesini en iyi biz biliriz.Varolmak bir sürgündür aslında, hayat bir gurbet şehridir bize.En iyi biz biliriz.
Ondandır coşup dalgalanamaz yüreğimiz dünya haline.Her sevinç bir hüzün saklar bize özel içinde.Her hüzün tanıdıktır ya; mutluluklar sevinçler eğreti durur işte.Yabancı gibi, yolunu şaşırmış gibi, ya da renkli bir yalan gibi.
Mesela.Uçup konamaz kalbimiz yücelere.Bir yanımız bağlıdır en diplere.Mesela.Hiç şımaramayız küçük şeylere.Vaktinden önce büyümüşüzdür.Ya da her büyüyüş vakitsizdir aslında.
Velhasıl hüzün hancı ise kalbimizde, sevinç, coşku, yolcudur orda.Bugün var yarın yok yolcusu kalbimizin....

23 Ağustos 2009 Pazar

ne var şu rakkanilerde(^)

Çocukken bayramları iple çekerdik, ona benziyor rakkanilerime kavuşmayı beklemem. Her kıvrımı aklımdadır, nerde alçalır, nerde yükselir...Önce dereye doğru yokuş inersin, sonra rakkanilerime doğru tırmanış başlar. Nerde kandxu var,nerde buzimca, nerde hangi renk çiçek açar, nerde kestane dökülür yola, nerede ceviz, neresi gizemli,nerde mola verilir, nerde türkü söylenir, neresinin buruk bir anısı var, nerde gece perililer yaşar avucunun içi gibi bilirsin. Yol kenarları başımız yerde çay yüküyle gidiş gelişlerimizdendir santim santim ezberimizdedir. Gece bastırınca bir yanı uçurum gibi derin olan o patika yollardan hoplaya zıplaya dönerdik köye bu sebepten. Tam susadığın yerde akar fındık veya ceviz köklerinden buz gibi sular. Tam yorulduğun yerde oturman için seni bekler yassı taşlar.
Sabahları dedemin elleriyle yaptığı pencereyi kendine özgü melodik gıcırtısıyla açar önce rakkanilere doğru bakardık. Çoğu heyecandan uyku tutmadığı bayram sabahlarında erken uyanır parıl parıl parlaran kuzey yıldızına dökerdik içimizi.
Bu ilk fasıl rakkanilerim hakkında...Yoksa mayası geçmiş hamur gibi taşacaktım kabımdan

28 Nisan 2009 Salı

Kırmızı, canlı....


Ilık bir nisan öğleninde, ders koşturmacasında, birileri mi - belki bir öğrencisi- tutuşturmuştu eline? Yoksa bir yerlerden bulmuş muydu? …Öyle pek de ahım şahım görünmüyordu, kargacık burgacık, hafif soluk bir tomurcuktu işte.Kıyamadı yine de onu atmaya.Zaten dalından kopmuştu, zaten burada ne işi vardı?Bir şansı olsun istedi…Koyuverdi dolabında duran su dolu bardağa.Sonra dolabın kapağını kapatıp üstüne, karanlıkta bıraktı tomurcuğu, unuttu da üstüne üstlük.Koşturmacasına geri döndü…
Gün bitti, akşam oldu, güneş battı, zaman geçti, güneş doğdu, sabah oldu.Belki biraz bıkkın, ama yine de umutlu okula döndü.Derse yetişme telaşında,eşyalarını almak için yanaştı dolaba.Alışıldık hareketlerle, tanıdık bir aceleyle açtı dolabını….
Aman allahım.O da ne?…Çok sıradan bir günün, sıradan bir anında, karşısında hiç de sıradan olmayan bir şey vardı.Kocaman, parlak, canlı, dipdiri bir gelincik…. O karanlığın içinde…Belki anahtar deliğinden gelen ufacık aydınlığa yönelircesine, yüzü ona dönük…Orada…Öylece…Beklemekte….Yüzüne çarparcasına, gözlerine dolarcasına, içini doldururcasına,baştan ayağa kırmızıya bularcasına. Orda. Öylece.Beklemekte…
Bilmemiş mi küçük tomurcuk yalnızlığı.Bilmemiş mi karanlığı.Çok düşünememiş mi.O bunları bilemez miş.O çiçek olmayı bilirmiş.Fırsat bulunca açmayı bilirmiş.Nisan güneşinde tarlalarda parıldamayı.Olgunlaşmakta olan başakların arasında salınmayı bilirmiş rüzgarla. Dalının suya değmesini hissetmiş,yaşamak için, açmak için bulduğu şansı tanımış..Narin dalında harekete geçmiş canlılık.Karanlık dememiş, yalnızlık dememiş, açmış.Bir de ufak ışık sızıntısına yöneltmiş içgüdüleri onu.Yüzünü kapıya dönüp beklemiş.Belki de beklememiş.Sadece neyse o olmuş.Çiçekmiş, açmış.Ama kıpkırmızı, ama capcanlı, ama dopdolu….
Aylardan nisanmış…Gelinciklerin açma zamanıymış…O da açmış.Ha dolapta, ha uçsuz bucaksız bir kırda. Farketmezmiş.O çiçek olmayı bilmiş, bir de açmayı...

8 Nisan 2009 Çarşamba

Burda...

Gelmeyin……Burda biraz kalmalıyım.Burda biraz ağlamalıyım, gülmeliyim…Konuşmalıyım.Susmalıyım.Anlatmalı, dinlemeliyim…Burda biraz hatırlamalıyım...Toprağı kazımalıyım, kurumuş kökleri kaldırmalı, yeni kökler büyütmeliyim… Ayıklamalı, ayıklanmalı, yıkanmalı, arınmalıyım.Dağıtmayın. toplanmalıyım.Uyumalı,uyanmalıyım…Gelmeyin…burda biraz kalmalıyım.Yaralarımı sarmalıyım.Kendi ilaçlarımı kotarmalıyım.Sarmayın. kendimi sarmalıyım.Gelmeyin kendim dönmeliyim…

Sarsmayın.Tomurcuklarım dondu dallarda, kırılıp dökülmesin.Ben sonbahar gibiydim oysa.Dallarında baharlar uyutan. Kış uzun sürdü ama..Tomurcuklarım dondu. Gelmeyin…Isınmalıyım, buzlar çözülene, karlar eriyene kadar….

Lanetlenmiş tarlalar gibiyim. Ya yağmurlarım buharlaşıyor düşmeden toprağıma , ya da seller götürüyor filizlenen tohumlarımı.Susadım oysa ben.Sadece yeterince su istediğim.

Gelmeyin, burada kendi evimde, kendi toprağımda kalmalıyım …Toprağımı kazmalı, suyumu tutmalı, buzlarımı eritmeli, güneşimi ılıtmalıyım.Yapacak çok işim var daha.Siz gelmeyin… Zamanı gelince ben dönerim.

25 Mart 2009 Çarşamba

Hadiiii....

Bu sene, buralarda, bahar çoktan gelmiş kapıya dayanmış da....İçimdeki bahar.Dışardakini sabrsızlıkla bekleyen, o gelmeden çoktan gelip yüreğime yerleşen, çoktan şarkılarını mırıldanmaya başlayan, yağmuru, toprak kokusunu, çimen yeşilini, canlanışı, dirilişi sevinçle karşılayan, içimin baharı.O biraz ürkek bu yıl...bazen hiç bir iz yok ondan,ses seda yok...Bazen anlıyorum, ürkek adımlarla merdivenleri çıkışını, kapımı çalmak için elini kaldırıp tereddütle bekleyişini seziyorum.Bekliyorum elim yüreğimde, çal hadi kapıyı dercesine.Bekliyorum.Çoğu zaman vazgeçiyor, geri dönüyor.Bazen isteksizce çalıyor ya kapıyı , huzursuz bir misafir gibi gidiveriyor hemen.Hevesimi oracıkta bırakıp.
Nekadar istesem,nasıl sabırsızlıkla beklesem de; o tanıdık, o heyecanlı, kıpır kıpır başlangıç bir türlü uğramıyor bana. Bakakalıyorum öylece doğanın canlanışına.Onunla birlikte çiçek açmadan,yağmur damlaları yüzüme çarpıp, yüreğime sızmadan, kuşlar gibi kanatlanmadan, tomurcuk gibi patlamadan.Bakıp kalıyorum bekleyen gözlerle.
Neler oluyor böyle, neler oluyor bana?Çimenlere yatsam, avuçlarımı açıp toprağa değdirsem, yüzümü güneşe dönsem,yavru serçelere gülümsesem,kuzularla oynaşsam, bahar bulaşır mı bana da?Nazlı bahar güneşi ısıtır mı beni de?Ne yapmalı?Nerden bulmalı baharın yolunu bana düşürecek şarkıyı?
Sesim geliyor mu bahaaaarr?Neden gelmiyorsun baharrr?Kış görmedin bahara ne lüzum var mı diyorsun.Yoksa senin kışın hala orda bana yer yok mu diyorsun?Söyle neden gelmiyorsun.Hadiii.Hadi ama, bak fazla naz aşık usandırır.Sen gelene kadar bahar çoktan geçmiş olmasın, otlar sararıp solmasın, yazın rehaveti çoktan sinmiş olmasın .Kısadır buralarda bahar, benden söyemesi....

19 Mart 2009 Perşembe

İŞTE YAŞAYACAĞIM YER (10 yaşındaki oğlum tarafından yazılmıştır :)

Yaşayacağım yer beni mutlu etmeli;hem insanların sevgisiyle hem de çevrenin güzelliğiyle…Yaşamak istediğim yer içimde sevgiyi büyütecek bir yer olmalıdır.
Yanında küçük bir ırmağın aktığı bir evde yaşamak isterdim.Etrafında kırlar, çiçekler ,ağaçlar...Dağlardan güneşin ışıklarıyla parlayan derelerin aktığı,kırlarında çocukların oynadığı küçük bir köy…
Bu köyde o güzel ağaçların dallarındaki yaprakların sararıp yere düşmesini izlemek ne kadar eğlenceli olurdu.Yağan yağmurun derelere karışırken çıkardığı sesleri dinlemek benim için bir mutluluk kaynağı olurdu.
Kış gelince çocukların yüzündeki gülümseme sanki her insanda mutluluk çiçeği gibi…O kırlarda kartopu oynamak, kardan adam yapmak isterdim.Oynamaktan yorulup üşüdüğüm zaman, evlerin bacalarından çıkan hafif duman beni eve sürüklemeye yeterdi.
Eve girdiğim ananemin pişirdiği yemekten ilk kaşığı aldığım sırada içimi bir sıcaklık kaplardı.Sonra geçip şöminenin önüne fincanından çay yudumlayan babamla çıtırdayan ateşi seyrederdik.
Bunlar beni mutlu eder ama insanların sevgisi olmadığı sürece bu mutluluk eksik kalır.Bu mutluluğun eksik kalmaması için insanların içinde sevgi, saygı ve hoşgörü olmalıdır.
İşte beni mutlu edecek yer .Umarım bir gün gelir ben burada yaşarım ve hayallerim gerçek olur.

14 Mart 2009 Cumartesi

Bilmiyorsun

Bilmiyorsun...Ben çoktan vazgeçtim.Senden değil, senden beklediklerimden.Bilmiyorsun, ben çoktan bıraktım, seni değil, sana dair umutlarımı.Bilmiyorsun, ben çoktan unuttum, seni değil içinde sen olan hayallerimi...
Bu değildi oysa gelmeyi umduğum yer.Bu değildi, geleceğimizi sandığım yer. Ne kadar da safmışım .Ben özelim sanmışım...
Senden verebileceğinden fazlasını isteyecek kadar zalim değildim.Seni senden geçirecek kadar bencil değildim...Bilemedin...Sana kapılarımı açtım sonuna dek giremedin.Korktun çünkü, o kapıdan girerken bırakman gerekenleri hesapladın hep. İleriye değil geriye baktın hep.İşte ozaman asıl sen vazgeçtin.Sonra eskimeye başladı herşey.Hızla solmaya sıradanlaşmaya...
Sözlerime, gülüşüme, ellerime, renklerime kapattın gözlerini.Hep kendine baktın kendi aynanda.Oysa senin aynan olmayı isterdim, baktıkça kendinle barıştığın, sırdaşın olmak isterdim, gönlünde tutamadıklarını paylaştığın.Sadece yorulduğun da soluklandığın limanın değil, rüzgarın olmak isterdim yelkenini doldurduğun.Sonbaharda ıssız kalan dalların, ilkbaharda patlayan tomurcuğun filan değil...Arkadaşın olmak isterdim bir dostça sohbeti çok görmediğin.Bildiğin değil, keşfettiğin, kaçtığın değil yetiştiğin...
Bakma şimdi bu söylediklerime.Korkma ben çoktan vazgeçtim, kendimden değil ama kendim için istediklerimden.Senden değil ama senin için olamadıklarımdan.Büyüdüm artık, korkma, bu son veda...

7 Mart 2009 Cumartesi

KADIN......

Kadın ! İçinde olumlu ve olumsuz bunca çağrışımı birlikte saklayan başka sözcük var mıdır? Nedir kadın? Dünya nüfusunun % 47.9 u.İnternette arama motoru ile aranınca karşımıza çıkan 99 milyon küsür sonuç. TDK sözlüğüne göre dişi cinsten erişkin insan, adam karşıtı.
Adı her benlikte başka algılanan, başka türlü yankılanan varlık. Ana olduğunda yüce, elinin hamuru ile erkek işine karıştığında beceriksiz.Dişiliği hep kişiliğinin önünde gitmesi istenen, bu istek doğrultusunda hergün yeniden şekillendirilmeye uğraşılan, hep korunmaya kollanmaya muhtaç kalsın istenen hayattaki konumu erkeklere göre belirlenen, erkek gibi deyimi ile yüceleştirilen, erkeğe benzediği ölçüde değere kavuşan varlık. İnsan oluşu hep arkada kalan, önce ana,eş, bacı olan, oldurulan.

Kadın korkak, kadın ikincil, kadın güçsüz.Kadın sözünde durmayan, kadın güvenilmez.Kadın bir türlü adam olamayan, edilemeyen….
Kadın, İnsan neslinin bir yarısı.Kadın İnsan ruhunun duygusal yanı. Asırlardır üzerine şiirler yazılan, sözler söylenen, uğruna Ferhatın dağları deldiği, uğruna Mecnunun çöllere düştüğü.Uğruna gurbet gezilen, uğruna sılaya dönülen, adına şiirler yazılan.Hem göklere çıkarılan hem yerin dibine batırılan.Belki ençok sevilen, belki en çok korkulan.
Kadın Tüm günahlarımızın, tüm çocukluklarımızın müsebbibi.
Yunan Mitolojisinde, adı tümüyle hediye anlamında Pandora olan varlık….Tanrıların kendileri ile bir arada yaşayan insanları- ki, insanlar o zaman sadece erkeklerden oluşmaktaymış- yani laubali, şımarık, ters, kendini akıllı ve güçlü sanan erkekleri yola getirmek için yarattığı, ince, narin, güzelliğin ve aşkın, sembolü, parıltılı, gözalıcı, büyüleyici, romantik varlık.….
Hindu mitlere göre;
'' Tanrının yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını ; rüzgarın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini , kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini harmanlayarak, eriterek yaratıp erkeğe armağan ettiği varlık…
Mitoloji, tabiat varlıklarını ve olaylarını , onlara kişilik vermek sureti ile anlatılmasıdır.Ve her mit aslında içinde gerçekten bir parça barındırır. Yani mitoloji, insanlığın ruh aleminin sembollerle ifade edilen bir aynasıdır, toplumsal bilinçaltımızdır.Bu yüzden paylaşmak istedim bu iki mitsel öyküyü.Toplumsal bilinçaltımız kadın için ne der sorusuna cevap aramak için.

Belki bunların hepsi belki bunlardan birer parça kadın. O yüzden bazen güçlü, direngen, inatçı, bazen de erkeğin kanatlarının altında rahatça uyumak isteyen bir yavru kedi…O yüzden hem şefkatli, yavruları için her şeyi göze alan güçlü bir ana, hem gözyaşı oracıkta hazır bekleyen yumuşak bir yürek…..hem müşvik bir eş, hem istekleri için sonuna kadar direten bir savaşçıdır …

Yuvayı yapan dişi kuştur kadın.Bir evi yuvaya, yaşanılası bir huzur ortamına çevirmeye yetecek sevgiye, şefkate, beceriye, her şeyden önce de fedakarlığa sahip olandır kadın.Ama aynı zamanda bütün güçleri hoyratça tüketilmekte olandır,eve hapsedilen, dünyası evden ibaret kalsın istenendir.Üstüne üslük ne yapsa yaranamayandır kadın.Dünyada her üçünden biri, hayatları boyunca en az bir kez eş veya sevgili kaynaklı şiddete, ülkemize ise % 40 ı aile içi şiddete maruz kalandır kadın.
Ne de olsa eksik etek değil midir kadın?Saçı uzun aklı kısa değil midir Normaldir öyleyse karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmemek kadının.
Nasıl olur bu? Sevgiliye şiirler yazan,türküler yakan, gurbetlere düşen , hasretle yanan erkek, nasıl olabilir kadının celladı.Nasıl olabilir kadını döven, aşağılayan.Onları yetiştiren büyüten de bir kadınken üstelik.Hayatlarının en önemli iki varlığı kadınlarken.Nasıl el kaldırabilir ona.Daha ergen bile olmayan bir çocuğun eline, belki kendi yavrusunun eline silah verip; töreymiş namusmuş nasıl katledebilir onları?
Biz kadınlar!Neden öğretemeyiz onlara namusun da törenin de herkese ait olduğunu.Nasıl öğretemeyiz onlara gücün temsilinin şiddette değil, kararlılıkta, özgüvende, bilgelikte olduğunu?
Ama yerleşik kültür, değer yargıları kuşatmıştır bizi.Yakıp yıkmıştır ruhlarımızı.Yabancılaşmışızdır kendimize.Unutmuşuzdur bir başkasına yaptığımızın insanlığın ortak ruhunu, hepimizi yaraladığını.Bir yanılsama içinde yizdir.Törenin bizi koruduğunu sanmaktayızdır.Unutmuşuzdur yaşamanın en kutsal değer olduğunu.Öyle gerekmektedir.Öyle yapılmalıdır.
Çocukluğundan itibaren eline silah verip büyütürüz erkek çocuklarımızı.Gençliğinde tembihleriz sıkı sıkıya. Evin erkeği yaparız onu.Ablanın kız kardeşin, amca kızının, yetmedi mahallenin namusundan sorumlu tutarız.Sonra töre buyurduğu zaman , tütün kokulu , karanlık odalarda alınan karar gereği veririz ellerine silahı.Gün bugündür diye.
İşte bundandır son 5 yılda töre ve namus cinayetlerine 1000 kurban verişimiz.Böyle büyük bir yanılsama içinde oluşumuzdandır.Bilmediğimizdendir, kendimizinki de dahil hayatın kıymetini.Birey olamayışımızdandır törelere karşı koyabilecek kadar.Namus kavramı üzerinden ürettiğimizdendir toplumsal ve bireysel varoluşumuzu.Korkunç suçluluğumuzu unutmak, gizli günahlarımızı yok sayabilmek için ölümden medet ummamızdandır.Kanın yıkayabileceğini sanışımızdandır günahlarımızın izlerini.Namusun bedelini kadın hayatına ödetecek kadar korkak oluşumuzdandır.Velhasıl.Bilemeyişimizdendir, öldürmekten daha büyük bir günahın olmadığını….
Hep iyi anne hep iyi eş olmasını isterler kadının.Anne olsun, eş olsun, bacı olsun, abla olsun..Ama birey olmasın….Bilmezler mi, güçlüdür kadın.Hepsi birden olabilecek kadar güçlü.Bilmezler mi yürekleri ve elleri kocamandır onların.Her sevgiden bir tutam, her acıdan bir gözyaşı sığdırabilirler yüreklerine. Her emekten bir parça taşıyabilirler ellerinde.Evde anne, okulda öğretmen, tarlada ırgat, hastanede doktor, fabrikada mühendis olabilirler.Kocaman narin elleri, güçlü yürekleri ile gelebilirler her işin üstesinden.Bilirler .Bilirler ama korkarlar onlardan.Korkarlar alışılagelenin yitip gitmesinden.Korkarlar yeninin doğuşundan.Korkarlar iktidarlarının kayıp gitmesinden.
Bundandır 21.yy Türkiye’sinde hala 100 kadından sadece ikisinin yükseköğrenim alabilmesi.Ondandır hala 8 milyon kadınımızın okuma yazma dahi bilmemesi. Bundandır nüfusun yarısını oluştururken, parlamentoda ancak %4 temsil edilmesi.
Ama yönetimde varolmazsak nasıl anlatırız derdimizi.Nasıl çözeriz sorunlarımızı.Nasıl karşı dururuz ayrımcı uygulamalara.Nasıl varoluruz hayatta.Nasıl kurtarabiliriz her yıl anne olmaya çalışırken ölüp giden 2500 kadınımızı.Nasıl var edebiliriz özgürce dolaşabildiğimiz sokakları, okuyabildiğimiz okulları.Nasıl tutabiliriz ellerinden okumak için can atan küçük kızlarımızın.Nasıl engel olabiliriz bedenimizden, canımızdan kopan evlatlarımızın anlamsız savaşlarda yitip gitmesine…
Oysa her şey daha güzel olur kadınlarla. Okullar daha güzel.Parlemento daha güzel.Sokaklar daha güzel.İnsanlık daha güzel.Bırakın da kullanalım dertlere derman diye…Boş vakitlerde, televizyon karşısında yitip giden gözümüzün nurunu.Bırakın da kullanalım, gün yüzüne çıkmadan solup giden hayallerimizin renklerini.Bırakın da bir gün bile olsa biz boyayalım gökyüzünün mavisini.Bırakın değsin şifalı ellerimiz insanlığın yaralı kalbine…
Öyleyse varolalım kadın olarak.Fabrikada, okulda, sokakta, evde…Hayatın olduğu her yerde.Varolalım karar mekanizmalarında.Varolalım ülkemizin yönetiminde.Yaşamı her gün yeniden kuralım el ele.
Kadın olarak varolalım ama.Kadınlığımızın özgünlüğünü yitirmeden.Erkekleşmeden.Renklerimizi kaybetmeden.Solmadan, soldurmadan.Onların kurallarının , onların alışkanlıklarının bizi esir almasına izin vermeden.Makyaj çantamızla, süslü eşarplarımızla, rujumuzla, şen kahkahalarımızla, gözyaşlarımızla, öfkemizle, şefkatimizle, tutkumuzla varolalım.. Renklerimizi katalım insanlığın rengine.Anne olarak, kadın olarak, insan olarak varolalım. Bir elmanın yarısı gibi, tohumu yeşerten toprak gibi, toprağı ısıtan güneş gibi. Kendimizi bütüne katar gibi.Bütünü içimize alır gibi.
Eksik kalır yoksa her şey.Eksik kalır hayat.Eksik kalır erkek.Eksik kalır kadın.Eksik kalır insan.
Kadınsın; dünya nüfusunun üç milyarından fazlası, gelişmekte olan ülkelerde okuma yazma bilmeyen her üç kişiden ikisi…Her yıl yarım milyondan fazlası gebelik ve doğumun yol açtığı sebeplerle yaşamını yitiren, Amerika’da her doksan saniyede bir tecavüze uğrayan, … Sayısız namus cinayetinde ölüm kendine müstehak görülen ,ansızın çıkıp gelen sessizlik sonrasında bir yerlerde hemcinsinin doğduğuna kanaat getirilen.
..8 mart 1857’de Chıcaco da 15- 16 saat olan günlük çalışma saatlerin 10 saate düşürebilmek için mücadele eden kadın dokuma işçileri hediye etti kadınlara “Dünya emekçi kadınlar gününü” O gün zor kullanılarak bastırılabilen yürüyüşten 120 yıl sonra Birleşmiş Milletlerin önerisiyle kutlanmaya başlandı kadınlar günü…Yıl 2009…Hala doktor başhekimden, öğretmen okul müdüründen şiddet görebiliyor.Ama benim hala umudum var. 1990 yılında en azından yasalarda eşin izni olmadan çalışabilme hakkı alan, yine aynı yıllarda kaymakamlık sınavına katılmalarına izin verilen kadın: Durduğun yer henüz layık olduğun yer değil ama uzun yollardan geldin azminle…
Kadınsın insanlığın yüreğisin.Kadınsın insanlığın merhametisin.Kadınsın , şefkatin, adanmışlığın, ta kendisisin.Kadınsın, barışın umudusun. Kadınsın bulutların gözyaşısın.Kadınsın emeğin gücüsün.Kadınsın insanlığın erdemisin. Kadınsın, insansın yani…
At üzerindeki ölü toprağını.Dağıt yüreğindeki kara bulutları.At üstünden sana öğretilen çaresizliği. Çürüt bilincindeki çaresizlik tohumlarını Eksik bırakma hayatı.Eksik bırakma sokakları.Al yerini büyük insanlık yürüyüşünde.Al yerini sokakta, al yerini fabrikada, al yerini üniversitelerde.Al ki kasveti kalksın dünyanın…Dal hayatın içine....

20 Şubat 2009 Cuma

Kar

Yumuşak, kızıl, sessiz, huzur vadeden, kaplayan kar bizi hemen terk etme. Trabzonda uzunkumda denizden beş metre uzakta o zamanlar televizyon odası dediğimiz karadenize nazır içinde bir divan ve televizyon dolabı olan odamızda yine o zamanlar küçük kızlar olan kardeşlerimle kolkola verir tarifi zor bir kıvanç duygusuyla mutluluk dansı yapardık. Niye mi, kar yağıyor diye kar...

16 Şubat 2009 Pazartesi

Kışın Köyde-2: Yaban Çilekleri


Sklamenleri aramış bilmiştim de, yaban çileklerini nasıl unutmuştum?Meğer asıl süpriz onlardaymış da bilememiştim.Güneşe nazır bir yamaçta, kuru otların arasında, bir kayanın kuytusunda çıkınca karşıma, utandım çiçekli meyveli yaban çileğinden.Yemyeşil yaprakları, mutlu mutlu çiçekleri, hem de, bahar müjdecisi küçücük meyvesi ile öyle bakıp durdu bana küçük yaban çileği."Ben varlığımı gerçekleştirdim.Bak bu kışı da atlattım, çiçeğimle meyvemle hazırım ilkbahara, hazırım taşın toprağın şenleneceği günlere.Küçük, kırmızı süprizlerim de olgunlaşmakta hem, tombul minik eller boş dönmesin diye kır gezintilerinden.Sen nasıl unuttun beni" dedi yaban çileği, eski bir dostun sevgi dolu sitemli sesi ile.
Binlerce özür diledim, hem yaban çileğinden, hem kendimden.Şaştım da halime hani, unutulur mu hiç yaban çilekleri diye:Henüz ağaçların yeşilleri taptaze iken, güneş daha yeni yeni ısıtmakta iken Karadeniz'in yamaçlarını, mısır tarlaları henüz yeşermekte iken, velhasıl baharın sonları, yazın başı iken.Uzak tarlalarda yankılanan, kazmanın toprağa değişinin o huzurlu sesi ile ırmağın sesi taze bahar rüzgarına karışıp, bir masal diyarına çevirirken oraları.Ilık rüzgarlar, sonbaharın hüznü unuttururken, zaman canlanma dirilme zamanı iken...Şehirden geç geldiği için, baharı yakalama telaşındaki annen, sırtında fasülye, mısır tohumları, omuzunda çapası tarla tarla gezmekte iken.Sen küçük bir kız çocuğu, annesinin peşine takılıp gezerken.Güneş alan hendeklerde, yol kenarlarında aradığın, yapraklarının altına gizlenmiş meyveciklerini bulunca sevince bulandığın, ezilmesin diye ipe dizip evdeki kardeşine taşıdığın, narin, kırmızı dağ çileklerini nasıl unutursun?
Küçük, yaban çileği:Böyle hiç beklenmedik anda, o nemli kayanın kuytusunda gülümseyerek karşıma çıktığın için, içimdeki ayrılık hüznünü kavuşmanın sevincine çevirdiğin için, bu kışı da atlattığın için, bu bahara da çiçeğinle meyvenle hazır olduğun için, annesinin peşine takılıp gezen küçük kız çocuklarını sevindireceğin için binlerce teşekkürler.Affet beni seni unuttum diye...

14 Şubat 2009 Cumartesi

Kışın Köyde-1 :Yıllar sonra, yaban sklamenleri, yeniden :)


Şehirden köye ayrılan yola döndüğünde, mevsimlerden kış;zamanlardan yıllar sonraydı. Rüzgar onu karşılamaya yumuşacık bahar kokuları ile gelmişti.Ama bahara çok vardı daha, henüz ilk cemre bile düşmemişti.Hem kış olsun istiyordu.Kış olsun ki, o yolları tırmanan küçük kız çocuğu geri gelsin birkaç saatliğine.Yaban sklamenlerden taç yapsın başına yine.
Çıplak fındık ağaçlarının altında sabırsızlıkla geziniyordu gözleri; yitmesin diye , karşısına çıkacak ilk yaban sklameni.
Kışın açardı sklamenler.Dökülen yapraklardan fırsat toprağa değen güneş ışıkları uyandırırdı onları, yaz boyunca daldıkları derin uykudan.Eğrelti otları yokken, çimenler yokken,olgun armutlar düştü düşecek sallanmazken dallarda, arılar gezinmezken çiçek çiçek, kelebekler uçmazken.Kışa inat onlar olurdu kırlarda moralası renkleri ile.
Şimdi, bacalar tütmez olunca,herkes terketmişken oraları, sessizliğe ve ıssızlığa inat açmışlardı işte.Yine açmışlardı.Narin boyunlarının üzerinde, öne eğik mağrur başlarını uzatmışlardı işte yine gökyüzüne.Her kış yaptıkları gibi.Yine açmışlardı.Seçemezdi onlar yanlızlığı,kışın oralara yolu düşen sevinçli küçük kızlara süpriziydiler doğanın.O yokken kışlarında da var mıydı sklamenler; onca yıl, her kış açıp durmuşlar mıydı öyle?Onun gibi sevinen olmuş muydu peki, sklamenlerin süprizine?
Bahar geçmekte olsa da yavaş yavaş, kız çocuğu da beklerdi kışı sklamenler gibi; belki kışın açardı o da.

22 Ocak 2009 Perşembe

Hayallll...

Sessiz sabahlarda doğaya uyansam.Dinginliğe ve huzura açsam gözlerimi.Koca gün beni beklemekte olsa; pencerenin dışında kar taneleri, beyaz örtü üstünde seken serçelerin ayak izleri, rüzgar uğultusu ve kapımın önünde odun sepeti ile.Kar tutmuş olsa odun sepetinin üstü, duvara istiflenmiş odun yığını ve balta da beklemekte olsa sırasını. Soba soğumuş olsa akşamdan, mayalanmış ekmeğin kokusu ile çocuk sevincim ısıtsa sabahın taze serinini. Bacam tütmeye başlarken yavaş yavaş, tipiye karışsa soluk dumanı. Çaydanlık konulsa ateşe.
Ekmek kırıntıları döksem pencerenin önüne, kuşlar cıvıldasa, pencereyi kapatıp camın arkasından seyretsem oynaşmalarını.Düşünsem üşüyorlar mıdır diye, üzülsem içeri almadım diye.
Kar korkutmasa beni; işte şimdi kesilecek diye.Öyle yağsa hiç durmayacakmış gibi.Ahşap şişlerimde sıcak yünler örgü sepetim oracıkta, sobanın yanında bana göz kırpsa."Al hadi beni eline, ilmekler akarken dal sen hülyalara" diye.Derin bir nefes alsam, iç geçirsem.Çaydanlıktan tüten buhar, suyun fokurdaması ısıtsa yüreğimi.
Pencerenin önünde, sobanın yanında, örgü örerek gelse akşam.Günün rengi maviye dönerken, bir köpek sesi karışsa sessizliğe belli belirsiz..Uzaklarda soluk ışıklar süzülse karanlığa.Ürpersem, örgü şalıma sarınsam sabun kokulu.
İçim kırpışsa, kuşlar havalansa, Ruhum bugünün kucağında, anılarla oynaşsa.Bugün olsa, dün olsa, yarın olsa.Farketmese zaman.Bilmesem orda olduğumu, yaşasam sadece varlığımı.Ben olsam, biz olsak, herkes olsa, hiçkimse olmasa....
Gün oracıkta olsa...Ben oracıkta olsam...Huzur olsa...Hüzün olmasa....
Bukadar olsa...Herşey bukadar...Hayat bukadar...Duru, yalın, sevinçli.Daha fazlası olmasa...
Bir de...Birde bunlar hayal olmasa...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Onur'um

Canım benim.Canımın canı...Çok iyi bildiğimi sandığım empatiyi, fedakarlığı, her anın kıymetini bana anlatan.Bir bakışın, bir gülüşün nekadar ama nekadar kıymetli olabileceğini bana öğreten.Olmazsa olmazımız.Anneliği melekliğe, teyzeliği anneliğe yaklaştıran, dualarımızın baş kahramanı, sihirli yavrum.Seni seviyorum.Yüreğimi büyüttün kocaman...Ben de söylüyorum.İyi ki varsın.Sen olmasaydın biz, hepimiz nekadar eksik olurduk.....

Onur

Sen bunu okuyamasan da , sana okuduklarında anlamasan da ben yine yazıyorum.Belki bir gün kendi kendine okuyup anlayabilirsin umuduyla yazıyorum.İyi ki doğdun Onur.Sen olmasaydın biz ne kadar eksik kalırdık.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Guri Kayoba

Evim;oymalı sandıklarda çocukluğumu, gençliğimi, düşlerimi saklayan....Memleketim; armut tadı, su sesi, toprak, nem ve çay kokan...Mutfağım; bir evi ev yapan.Göremezsem özlediğim, bulamazsam aradığım, adının tınısı içimi titreştiren,içine kıvrılıp geçmişimde, geleceğimde, beni ben yapan her yerde yolculuklara çıktığım.Unutmaya yüz tutarsam kendimi kollarını açıp beni çağıran. Beni bana taşıyan.Beni bana barıştıran, beni bana çağrıştıran.Zayıf düşerse kolum kanadım gücümü toparlayan.Saran, sarmalayan.Kendim işte kendimi anlatan....

Dede, Kış,Kar, Kız Çocuğu....

Küçük bir kız çocuğu.Dedesinin henüz beline dek uzanabilen.Dedesi çok özeldir onun için.Yazlar hep dedesinin dizi dibinde, atölyesinde talaşla, tahta parçalarıyla oynayarak,özenle şekil verdiği talaştan yemeklerini dedesine ikram ederek geçecektir de,sonbahar ayrılık vaktidir işte.Şehre dönülecek, okul açılacak, başka bir bene doğru uçulacaktır.Sabırsızca bekleyerek karne tatillerini; geçecektir zaman.

O gün geldiğinde, karne alınır alınmaz düşülecektir yollara.Şehir yolu bitince eski bir köy minibüsü ile başlayacaktır köye tırmanış.Yükseldikçe içi havalanacaktır kız çocuğunun.Garip bir kendine dönüş duygusudur aslında bu, adını şimdi koyabildiği.Kar yağmaktadır.Hem de lapa lapa...

Eski köy minibüsü teklemeye başlayınca Karadenizin sarp yollarında, yolun sonuna yürümek kalacaktır son bir gayret.Ayakları üşüyecektir.Ama olsun dedesi köyde beklemektedir, gümbür gümbür yanan talaş sobasının başında.Ayaklarının ucu ağrısa da soğuktan, farkında bile olmayacaktır kız çocuğu.Kar yağmaktadır.Hemde de lapa lapa...

Köyün girişindeki camiye vardığında, dedesine son kez el salladığı dönemeçte bekliyor bulacaktır, giderken bıraktığı hüznü.Sevinç olup dolacaktır içine şimdi o hüzün.Kendi olup dolacaktır içine.

O armut ağacının dibinde beklerken bulacaktır dedesini.Sarılırken, içinde kaybolduğu o kocaman gövdenin verdiği güven duygusunu içine çekecektir,talaş, soba,kış, sevgi kokan o duyguyu.

Üşümüş ayakları hiç mi hiç umurunda değildir ya onun; dedesi soba başında , tombul elleri ile ovuşturacaktır, soğuktan kızarmış ayaklarını, karla ovuşturacaktır, sevgiyle, özenle....

Oh beee.Dedesi iledir işte kız çocuğu.Hem de kışın, Hem de köyde.Kar da yağmaktadır.Hem de lapa lapa....

Büyüyecektir kız çocuğu.Ama karı, kışı, sobayı hep sevecektir.Hiç unutmayacaktır soğuktan kızarmış ayaklarını oğuşturan tombul elleri.Her kış o köy kokusunu, o köy tadını arayacaktır.Her kışı o kışla karşılaştıracak, ona benzediği kadar sıcak olabilecektir kışlar.

Anne olduğunda bile, içindeki kız çocuğu, kar yağsın diye dualar edip yatacak, her uyandığında bir heves camdan bakacaktır dualarım kabul edildi mi diye.Şaşıracaktır kendi de şu kız çocuğunun şaşkın haline.

Ama yine de, bir umut, her sabah mutlaka bakacaktır pencereden.Köy, çocuk, kış, karne tadında bir süpriz belki beklemektedir dışarda diye....

5 Ocak 2009 Pazartesi

Yapabilir miyim?

Uçabilir miyim kendime doğru, kendimden uzaklara? Büyütebilir miyim kanatlarımı yeniden?Suyum ekmeğim var mıdır onları güneşe büyütecek? İçimin tohumlarını saçsam toprağa, belki filizlenir mi bir tanesi? Filizlenirse şayet, güneşi yeter mi, zemheriden önce çiçeğe durup meyve vermeye?Yoksa çok mu geç artık? Çürüyüp kalır mı toprakta tohumcuk.Ya da dayanır mıbir dahaki bahara kadar? İçimde binbir yerden pörtleyen umutlarım, su damlaları gibi birleşip ulaşabilirler mi nehirlerime? Yolda buharlaşıp yiterler mi yoksa? Eskimiş koca bir çuvala doldurur gibi, doldursam yüreğime bütün sevgilerden bir tutam, yırtılır mı yüreğim? Parçalanıp da karışır mı kainatın tümüne.Kendiyle birlikte sınırlarımı da alır götürür mü?
Olur muyum yaşam, olur muyum ben,olur muyum biz?....
Ne dersiniz dostlar, yapabilir miyim? Ne dersiniz?....

3 Ocak 2009 Cumartesi

Birdik......

Ayaklarımızda kara lastikler, bileklerimizde sarmaşık bilezikler, boynumuzda eğrelti otundan yapılmış kolyeler vardı , doğayla birdik köyümün sarp patikalarında koşarken. İnsan değildik de, ağacın gölgesiydik, güneşin parıltısı ya da taşların dizilişi yollarda, kıpırtısız…Küçük loş ırmaklarda kaygan taşların üzerinden yüzyılların ustalığı ile akan lıkır lıkır suyduk, ya da yağmurdan sonra geceleri yatağımızdan dinlediğimiz gümbür gümbür derenin sesiydik, üzerindeki asma köprüden geçerken ürpertiyle seyrettiğimiz köpüklü sularıydık o derenin.Su değirmeninin çevirdiği çarktık. Kocaman ceviz ağaçlarının yağmurda dökülen küçük değerli meyveleriydik, o meyvenin otlar arasındaki yuvarlanışı, bulunduğundaki duruşuyduk.. Sıska kızıl tavukların gizli yuvalarında biriktirdikleri yumurtaların sevinci, salatalıkların çiçekten meyveye dönüşünün sabırsızlığı, salı günleri dedemin cebinden çıkan piknik bisküvilerinin umuduyduk.Araba sesine yola koşan çocuk ayaklarıydık ve şehre dönüş gecesi içimizi yakan hüzündük, ayrılık acısıydık.İyileşene kadar sızısı hep yazı hatırlatan yaralardık dizlerimizdeki.
Yaşıyorduk farkında olmadan.Hani ağrımayan organımızın farkında olmadığımız gibi.Mutluyduk mutlu olalım diye uğraşmadan, farkında olmadan.Birdik, bütündük, yaşamın kendisiydik, orda burada aramazdık mutluluğu, içimizde falan da değildi hani.Neysek oyduk işte.Vardık ve yaşıyorduk.
Ama şimdi…. Büyüyünce...Bebeğin ana rahminden kopuşu gibi kopunca toprak anadan, yaprak kardeşten. Şimdi… Mutlu olmaya çalışırken…O oluşun izlerini kıpırdatan bir ses, bir gölge, bir ışık oyunu yakalayınca, bir yaprak salınınca, bir ot hışırdayınca, içimde biryerler kırpışınca, bir kuş havalanınca kalbimden… Şimdi.
Anlıyorum ki; Yağmurun yaprakla birleştiği yerdeydik biz; ne geçmişte ne de gelecekte…