20 Kasım 2008 Perşembe

Arıyorum.....

Ben bu değilim.Ben senin gördüğün kadarı değilim.Ben senin görmek istediğin kadarı hiç değilim.Ben senin yanlızca sevdiklerin,değerini bildiklerin,olmasını istediklerin değilim.Daha iyisi ya da daha kötüsü.Ama ben bunlardan daha fazlasıyım.Belki de en çok senin görmek istemediklerin, senin için gerekli olmayanlarım.Ya da belki senin istediğin beni besleyen, istemediklerin, ihmal ettiklerin, varlığını bilip de yok saydıklarındır.
Ben de bir süre öyle sandım.Kendimi senin için gerekli kısımdan ibaret saydım.Kendimi senin görebildiğin kadar sandım.Senin istemediklerini budayıp attım.
Ama insan kendine rağmen varolamaz.Bir zaman idare eder, bir zaman unutur belki.Sonra kuruyup dökülmeye, kaynağı kuruyan ırmak gibi susuz kalmaya başlar sonunda.Yapraklar bir süre idare eder belki, ama kökler büyüyene kadar.Kökleri büyütemezsen çürüyüp gidersin ya da kuruyup yok olursun.
Ben de öyle sandım bir zaman.Köklerim olmasa da yapraklarım beni idare eder sandım.Ama olmuyor, kökler büyümezse yapraklar da kuruyup dökülüyor.
Hayır sana kızgın değilim.İşim kendimle benim.Yıllardır ihmal ettiklerim(z)i arıyorum.Tozlanmış sandıklarımda bekleyenleri, kuytu köşelerimde solanları, derinliklerimde kaybolanları.İçime yürüyorum, memlekete döner gibi, evine sığınır gibi.
Sürgündeki beni arıyorum.Gözlerini ve ellerini bağlayıp bir köşeye attığımı.Kapımı çalınca ısrarla, tanımazlıktan geldiğimi.Benim de yok saymak istediğimi.Budayıp attığım köklerimi...
Bulunca çıkar geliriz.Saçlarımız ıslak,yorgun ama taptaze....Dayanırız kapına....Merak etme...

16 Kasım 2008 Pazar

Şimdi...

Şimdi ağlamalı, sessizce bir köşede.Yana yana değil, doya doya .Yıkanıp arınırcasına, için paklanırcasına.Şifalı gözyaşları dökmeli.Ilık, bereketli, binlerce yıllık bir nehirden taşar gibi, taşların üstünden ustalıkla akar gibi.Kendine sarılır gibi, kendini dinler gibi, susar gibi, konuşur gibi,dolarcasına güler gibi.Dizini karnına çekip mışıl mışıl uyur gibi.
Söyleyemediklerin dökülmeli gözlerinden, söyleyebildiklerin, hayallerin dökülmeli, hayal bile edemediklerin.Alıştığın özlemeler dökülmeli, alışamadıkların.Gurbetlerin dökülmeli, sılaların, kavuşmaların, ayrılmaların.
Oturup dinlenmeli, durup bir düşünmeli.Yola düşüp kaybettiklerini bulmalı, düşürdüklerini toplamalı, boşuna sakladıklarını atmalı veda bile etmeden.
Yamalı bohçayı* yıkamalı, içine doldurmalı bulduklarını, yenilenmiş hayallerini, sakladığın düşlerini.
Sonra dolmalı, taşmalı, akmalı, çağlamalı... Yola devam etmeli yani....

* Yamalı bohça fikri için ve bunu kendisine sormadan kullanabildiğim için Şina'ya teşekkürler...

14 Kasım 2008 Cuma

Gel...

Topraklarım, kendi evim çağırıyor beni.Yüreğim yumsa gözlerini, tıkasa kulaklarını , kaçsa, şarkılar söylese bağıra çağıra, kayıtsız kalamıyor bu sese.Şefkatli ellerim uzanıyor bana.
"Gel" diyor; "Gel ben seni avutmam.Ben seni uyutmam.Sarsarım, uyandırırım, yaralarını dağlarım.Boşluklarını, dipsiz kuyularının diplerini gösteririm sana.Hasretlerini,hayallerini hatırlatırım.Sandıklarını döker saçarım, karanlıklarını, aydınlıklarını, biriktirdiğin.Ben unutturamam, hatırlatırım.Acıtırım, ağlatırım.
Ama şifalıdır benim gözyaşlarım.Yıkar kara lekeleri, renklerin çıkar ortaya, kokuların tatların...Affettiririm sonra.Merhemler yaparım, otlar kaynatırım .Şifalı ellerimle sararım.
Varlığının şarkısını fısıldarım kulağına, tarihsiz ninniler söylerim .Kendi şarkılarınla uyuturum seni şifalı uykulara...
Gel... Ben seni avutamam...
Ama ben seni iyileştiririm..."

4 Kasım 2008 Salı

Renksiz, Kokusuz, Tatsız...

Benim o...Bugünlerde...Renksiz, kokusuz, tatsız...Duygusuz, heyecansız, nötr...Sıkıntılı bile değil...Buzdan duvarların ortasında....Hepsi bu.Geçer zamanla...Biraz ağlasam, biraz sussam, toprağa uzansam, gözlerimi yumsam, saksımda bir tohum çimlense geçer....

3 Kasım 2008 Pazartesi

Türküler

Sabah uykularımızdan türkü sesi ile uyanırdık hafta sonları. Sıcak yataklarımızda dönerdik uyku mahmurluğu ile.Bilirdik babamız mutfaktaydı.Çay konulmuştu ocağın üzerine ve başlamıştı küçük evimizin mütevazi kahvaltısı hazırlanmaya.Mutfaktan patates ve minci kokularına karışık türkü sesleri gelirdi.Ve biz birazdan kahvaltıya çağrılacak olmanın verdiği rahatlıkla, açlığımızın tadını çıkarır, yatağımızda beklerdik.O zamanlar kimse bizden kahvaltı beklemezdi, çocuktuk, bizim için hazırlanırdı kahvaltılar...
O zamandan yerleşmiştir heralde türküler yüreğimize.Babam dinlerken bazı türküleri
" hey gidi günler heyy, bu çok eski bir türküdür" derdi de hayıflanırdı geçen zamana.
Anlayamazdım o zaman eski bir türkünün insana hissettirebileceklerini.
Demek zaman geçecekti, demek ben de gün gelecek başlayacaktım eski bir türkü eşliğinde hayıflanmaya geçen zamana...
Şimdi eski türküler, o günlerden tatlar, kokular, anlar, duygular eşliğinde çalar oldu kapımı...Ve ben hep arar oldum eskilerden daha eski türküleri, türkülerden çok yanında getireceklerinin hasreti ile...
Şimdi o yaz gününde, sararmış eğrelti otlarının arasında, annem, babam, ben ve kardeşim olsak...Üstümde o günkü gök, o günkü güneş, aynı bulutlar olsa...ben o günkü ben olsam... Yine o türküyü söylese kardeşim.Yine gülümsesem gururla "ne güzel söylüyor" diye geçirerek içimden...