25 Mart 2009 Çarşamba

Hadiiii....

Bu sene, buralarda, bahar çoktan gelmiş kapıya dayanmış da....İçimdeki bahar.Dışardakini sabrsızlıkla bekleyen, o gelmeden çoktan gelip yüreğime yerleşen, çoktan şarkılarını mırıldanmaya başlayan, yağmuru, toprak kokusunu, çimen yeşilini, canlanışı, dirilişi sevinçle karşılayan, içimin baharı.O biraz ürkek bu yıl...bazen hiç bir iz yok ondan,ses seda yok...Bazen anlıyorum, ürkek adımlarla merdivenleri çıkışını, kapımı çalmak için elini kaldırıp tereddütle bekleyişini seziyorum.Bekliyorum elim yüreğimde, çal hadi kapıyı dercesine.Bekliyorum.Çoğu zaman vazgeçiyor, geri dönüyor.Bazen isteksizce çalıyor ya kapıyı , huzursuz bir misafir gibi gidiveriyor hemen.Hevesimi oracıkta bırakıp.
Nekadar istesem,nasıl sabırsızlıkla beklesem de; o tanıdık, o heyecanlı, kıpır kıpır başlangıç bir türlü uğramıyor bana. Bakakalıyorum öylece doğanın canlanışına.Onunla birlikte çiçek açmadan,yağmur damlaları yüzüme çarpıp, yüreğime sızmadan, kuşlar gibi kanatlanmadan, tomurcuk gibi patlamadan.Bakıp kalıyorum bekleyen gözlerle.
Neler oluyor böyle, neler oluyor bana?Çimenlere yatsam, avuçlarımı açıp toprağa değdirsem, yüzümü güneşe dönsem,yavru serçelere gülümsesem,kuzularla oynaşsam, bahar bulaşır mı bana da?Nazlı bahar güneşi ısıtır mı beni de?Ne yapmalı?Nerden bulmalı baharın yolunu bana düşürecek şarkıyı?
Sesim geliyor mu bahaaaarr?Neden gelmiyorsun baharrr?Kış görmedin bahara ne lüzum var mı diyorsun.Yoksa senin kışın hala orda bana yer yok mu diyorsun?Söyle neden gelmiyorsun.Hadiii.Hadi ama, bak fazla naz aşık usandırır.Sen gelene kadar bahar çoktan geçmiş olmasın, otlar sararıp solmasın, yazın rehaveti çoktan sinmiş olmasın .Kısadır buralarda bahar, benden söyemesi....

19 Mart 2009 Perşembe

İŞTE YAŞAYACAĞIM YER (10 yaşındaki oğlum tarafından yazılmıştır :)

Yaşayacağım yer beni mutlu etmeli;hem insanların sevgisiyle hem de çevrenin güzelliğiyle…Yaşamak istediğim yer içimde sevgiyi büyütecek bir yer olmalıdır.
Yanında küçük bir ırmağın aktığı bir evde yaşamak isterdim.Etrafında kırlar, çiçekler ,ağaçlar...Dağlardan güneşin ışıklarıyla parlayan derelerin aktığı,kırlarında çocukların oynadığı küçük bir köy…
Bu köyde o güzel ağaçların dallarındaki yaprakların sararıp yere düşmesini izlemek ne kadar eğlenceli olurdu.Yağan yağmurun derelere karışırken çıkardığı sesleri dinlemek benim için bir mutluluk kaynağı olurdu.
Kış gelince çocukların yüzündeki gülümseme sanki her insanda mutluluk çiçeği gibi…O kırlarda kartopu oynamak, kardan adam yapmak isterdim.Oynamaktan yorulup üşüdüğüm zaman, evlerin bacalarından çıkan hafif duman beni eve sürüklemeye yeterdi.
Eve girdiğim ananemin pişirdiği yemekten ilk kaşığı aldığım sırada içimi bir sıcaklık kaplardı.Sonra geçip şöminenin önüne fincanından çay yudumlayan babamla çıtırdayan ateşi seyrederdik.
Bunlar beni mutlu eder ama insanların sevgisi olmadığı sürece bu mutluluk eksik kalır.Bu mutluluğun eksik kalmaması için insanların içinde sevgi, saygı ve hoşgörü olmalıdır.
İşte beni mutlu edecek yer .Umarım bir gün gelir ben burada yaşarım ve hayallerim gerçek olur.

14 Mart 2009 Cumartesi

Bilmiyorsun

Bilmiyorsun...Ben çoktan vazgeçtim.Senden değil, senden beklediklerimden.Bilmiyorsun, ben çoktan bıraktım, seni değil, sana dair umutlarımı.Bilmiyorsun, ben çoktan unuttum, seni değil içinde sen olan hayallerimi...
Bu değildi oysa gelmeyi umduğum yer.Bu değildi, geleceğimizi sandığım yer. Ne kadar da safmışım .Ben özelim sanmışım...
Senden verebileceğinden fazlasını isteyecek kadar zalim değildim.Seni senden geçirecek kadar bencil değildim...Bilemedin...Sana kapılarımı açtım sonuna dek giremedin.Korktun çünkü, o kapıdan girerken bırakman gerekenleri hesapladın hep. İleriye değil geriye baktın hep.İşte ozaman asıl sen vazgeçtin.Sonra eskimeye başladı herşey.Hızla solmaya sıradanlaşmaya...
Sözlerime, gülüşüme, ellerime, renklerime kapattın gözlerini.Hep kendine baktın kendi aynanda.Oysa senin aynan olmayı isterdim, baktıkça kendinle barıştığın, sırdaşın olmak isterdim, gönlünde tutamadıklarını paylaştığın.Sadece yorulduğun da soluklandığın limanın değil, rüzgarın olmak isterdim yelkenini doldurduğun.Sonbaharda ıssız kalan dalların, ilkbaharda patlayan tomurcuğun filan değil...Arkadaşın olmak isterdim bir dostça sohbeti çok görmediğin.Bildiğin değil, keşfettiğin, kaçtığın değil yetiştiğin...
Bakma şimdi bu söylediklerime.Korkma ben çoktan vazgeçtim, kendimden değil ama kendim için istediklerimden.Senden değil ama senin için olamadıklarımdan.Büyüdüm artık, korkma, bu son veda...

7 Mart 2009 Cumartesi

KADIN......

Kadın ! İçinde olumlu ve olumsuz bunca çağrışımı birlikte saklayan başka sözcük var mıdır? Nedir kadın? Dünya nüfusunun % 47.9 u.İnternette arama motoru ile aranınca karşımıza çıkan 99 milyon küsür sonuç. TDK sözlüğüne göre dişi cinsten erişkin insan, adam karşıtı.
Adı her benlikte başka algılanan, başka türlü yankılanan varlık. Ana olduğunda yüce, elinin hamuru ile erkek işine karıştığında beceriksiz.Dişiliği hep kişiliğinin önünde gitmesi istenen, bu istek doğrultusunda hergün yeniden şekillendirilmeye uğraşılan, hep korunmaya kollanmaya muhtaç kalsın istenen hayattaki konumu erkeklere göre belirlenen, erkek gibi deyimi ile yüceleştirilen, erkeğe benzediği ölçüde değere kavuşan varlık. İnsan oluşu hep arkada kalan, önce ana,eş, bacı olan, oldurulan.

Kadın korkak, kadın ikincil, kadın güçsüz.Kadın sözünde durmayan, kadın güvenilmez.Kadın bir türlü adam olamayan, edilemeyen….
Kadın, İnsan neslinin bir yarısı.Kadın İnsan ruhunun duygusal yanı. Asırlardır üzerine şiirler yazılan, sözler söylenen, uğruna Ferhatın dağları deldiği, uğruna Mecnunun çöllere düştüğü.Uğruna gurbet gezilen, uğruna sılaya dönülen, adına şiirler yazılan.Hem göklere çıkarılan hem yerin dibine batırılan.Belki ençok sevilen, belki en çok korkulan.
Kadın Tüm günahlarımızın, tüm çocukluklarımızın müsebbibi.
Yunan Mitolojisinde, adı tümüyle hediye anlamında Pandora olan varlık….Tanrıların kendileri ile bir arada yaşayan insanları- ki, insanlar o zaman sadece erkeklerden oluşmaktaymış- yani laubali, şımarık, ters, kendini akıllı ve güçlü sanan erkekleri yola getirmek için yarattığı, ince, narin, güzelliğin ve aşkın, sembolü, parıltılı, gözalıcı, büyüleyici, romantik varlık.….
Hindu mitlere göre;
'' Tanrının yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını ; rüzgarın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini , kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini harmanlayarak, eriterek yaratıp erkeğe armağan ettiği varlık…
Mitoloji, tabiat varlıklarını ve olaylarını , onlara kişilik vermek sureti ile anlatılmasıdır.Ve her mit aslında içinde gerçekten bir parça barındırır. Yani mitoloji, insanlığın ruh aleminin sembollerle ifade edilen bir aynasıdır, toplumsal bilinçaltımızdır.Bu yüzden paylaşmak istedim bu iki mitsel öyküyü.Toplumsal bilinçaltımız kadın için ne der sorusuna cevap aramak için.

Belki bunların hepsi belki bunlardan birer parça kadın. O yüzden bazen güçlü, direngen, inatçı, bazen de erkeğin kanatlarının altında rahatça uyumak isteyen bir yavru kedi…O yüzden hem şefkatli, yavruları için her şeyi göze alan güçlü bir ana, hem gözyaşı oracıkta hazır bekleyen yumuşak bir yürek…..hem müşvik bir eş, hem istekleri için sonuna kadar direten bir savaşçıdır …

Yuvayı yapan dişi kuştur kadın.Bir evi yuvaya, yaşanılası bir huzur ortamına çevirmeye yetecek sevgiye, şefkate, beceriye, her şeyden önce de fedakarlığa sahip olandır kadın.Ama aynı zamanda bütün güçleri hoyratça tüketilmekte olandır,eve hapsedilen, dünyası evden ibaret kalsın istenendir.Üstüne üslük ne yapsa yaranamayandır kadın.Dünyada her üçünden biri, hayatları boyunca en az bir kez eş veya sevgili kaynaklı şiddete, ülkemize ise % 40 ı aile içi şiddete maruz kalandır kadın.
Ne de olsa eksik etek değil midir kadın?Saçı uzun aklı kısa değil midir Normaldir öyleyse karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmemek kadının.
Nasıl olur bu? Sevgiliye şiirler yazan,türküler yakan, gurbetlere düşen , hasretle yanan erkek, nasıl olabilir kadının celladı.Nasıl olabilir kadını döven, aşağılayan.Onları yetiştiren büyüten de bir kadınken üstelik.Hayatlarının en önemli iki varlığı kadınlarken.Nasıl el kaldırabilir ona.Daha ergen bile olmayan bir çocuğun eline, belki kendi yavrusunun eline silah verip; töreymiş namusmuş nasıl katledebilir onları?
Biz kadınlar!Neden öğretemeyiz onlara namusun da törenin de herkese ait olduğunu.Nasıl öğretemeyiz onlara gücün temsilinin şiddette değil, kararlılıkta, özgüvende, bilgelikte olduğunu?
Ama yerleşik kültür, değer yargıları kuşatmıştır bizi.Yakıp yıkmıştır ruhlarımızı.Yabancılaşmışızdır kendimize.Unutmuşuzdur bir başkasına yaptığımızın insanlığın ortak ruhunu, hepimizi yaraladığını.Bir yanılsama içinde yizdir.Törenin bizi koruduğunu sanmaktayızdır.Unutmuşuzdur yaşamanın en kutsal değer olduğunu.Öyle gerekmektedir.Öyle yapılmalıdır.
Çocukluğundan itibaren eline silah verip büyütürüz erkek çocuklarımızı.Gençliğinde tembihleriz sıkı sıkıya. Evin erkeği yaparız onu.Ablanın kız kardeşin, amca kızının, yetmedi mahallenin namusundan sorumlu tutarız.Sonra töre buyurduğu zaman , tütün kokulu , karanlık odalarda alınan karar gereği veririz ellerine silahı.Gün bugündür diye.
İşte bundandır son 5 yılda töre ve namus cinayetlerine 1000 kurban verişimiz.Böyle büyük bir yanılsama içinde oluşumuzdandır.Bilmediğimizdendir, kendimizinki de dahil hayatın kıymetini.Birey olamayışımızdandır törelere karşı koyabilecek kadar.Namus kavramı üzerinden ürettiğimizdendir toplumsal ve bireysel varoluşumuzu.Korkunç suçluluğumuzu unutmak, gizli günahlarımızı yok sayabilmek için ölümden medet ummamızdandır.Kanın yıkayabileceğini sanışımızdandır günahlarımızın izlerini.Namusun bedelini kadın hayatına ödetecek kadar korkak oluşumuzdandır.Velhasıl.Bilemeyişimizdendir, öldürmekten daha büyük bir günahın olmadığını….
Hep iyi anne hep iyi eş olmasını isterler kadının.Anne olsun, eş olsun, bacı olsun, abla olsun..Ama birey olmasın….Bilmezler mi, güçlüdür kadın.Hepsi birden olabilecek kadar güçlü.Bilmezler mi yürekleri ve elleri kocamandır onların.Her sevgiden bir tutam, her acıdan bir gözyaşı sığdırabilirler yüreklerine. Her emekten bir parça taşıyabilirler ellerinde.Evde anne, okulda öğretmen, tarlada ırgat, hastanede doktor, fabrikada mühendis olabilirler.Kocaman narin elleri, güçlü yürekleri ile gelebilirler her işin üstesinden.Bilirler .Bilirler ama korkarlar onlardan.Korkarlar alışılagelenin yitip gitmesinden.Korkarlar yeninin doğuşundan.Korkarlar iktidarlarının kayıp gitmesinden.
Bundandır 21.yy Türkiye’sinde hala 100 kadından sadece ikisinin yükseköğrenim alabilmesi.Ondandır hala 8 milyon kadınımızın okuma yazma dahi bilmemesi. Bundandır nüfusun yarısını oluştururken, parlamentoda ancak %4 temsil edilmesi.
Ama yönetimde varolmazsak nasıl anlatırız derdimizi.Nasıl çözeriz sorunlarımızı.Nasıl karşı dururuz ayrımcı uygulamalara.Nasıl varoluruz hayatta.Nasıl kurtarabiliriz her yıl anne olmaya çalışırken ölüp giden 2500 kadınımızı.Nasıl var edebiliriz özgürce dolaşabildiğimiz sokakları, okuyabildiğimiz okulları.Nasıl tutabiliriz ellerinden okumak için can atan küçük kızlarımızın.Nasıl engel olabiliriz bedenimizden, canımızdan kopan evlatlarımızın anlamsız savaşlarda yitip gitmesine…
Oysa her şey daha güzel olur kadınlarla. Okullar daha güzel.Parlemento daha güzel.Sokaklar daha güzel.İnsanlık daha güzel.Bırakın da kullanalım dertlere derman diye…Boş vakitlerde, televizyon karşısında yitip giden gözümüzün nurunu.Bırakın da kullanalım, gün yüzüne çıkmadan solup giden hayallerimizin renklerini.Bırakın da bir gün bile olsa biz boyayalım gökyüzünün mavisini.Bırakın değsin şifalı ellerimiz insanlığın yaralı kalbine…
Öyleyse varolalım kadın olarak.Fabrikada, okulda, sokakta, evde…Hayatın olduğu her yerde.Varolalım karar mekanizmalarında.Varolalım ülkemizin yönetiminde.Yaşamı her gün yeniden kuralım el ele.
Kadın olarak varolalım ama.Kadınlığımızın özgünlüğünü yitirmeden.Erkekleşmeden.Renklerimizi kaybetmeden.Solmadan, soldurmadan.Onların kurallarının , onların alışkanlıklarının bizi esir almasına izin vermeden.Makyaj çantamızla, süslü eşarplarımızla, rujumuzla, şen kahkahalarımızla, gözyaşlarımızla, öfkemizle, şefkatimizle, tutkumuzla varolalım.. Renklerimizi katalım insanlığın rengine.Anne olarak, kadın olarak, insan olarak varolalım. Bir elmanın yarısı gibi, tohumu yeşerten toprak gibi, toprağı ısıtan güneş gibi. Kendimizi bütüne katar gibi.Bütünü içimize alır gibi.
Eksik kalır yoksa her şey.Eksik kalır hayat.Eksik kalır erkek.Eksik kalır kadın.Eksik kalır insan.
Kadınsın; dünya nüfusunun üç milyarından fazlası, gelişmekte olan ülkelerde okuma yazma bilmeyen her üç kişiden ikisi…Her yıl yarım milyondan fazlası gebelik ve doğumun yol açtığı sebeplerle yaşamını yitiren, Amerika’da her doksan saniyede bir tecavüze uğrayan, … Sayısız namus cinayetinde ölüm kendine müstehak görülen ,ansızın çıkıp gelen sessizlik sonrasında bir yerlerde hemcinsinin doğduğuna kanaat getirilen.
..8 mart 1857’de Chıcaco da 15- 16 saat olan günlük çalışma saatlerin 10 saate düşürebilmek için mücadele eden kadın dokuma işçileri hediye etti kadınlara “Dünya emekçi kadınlar gününü” O gün zor kullanılarak bastırılabilen yürüyüşten 120 yıl sonra Birleşmiş Milletlerin önerisiyle kutlanmaya başlandı kadınlar günü…Yıl 2009…Hala doktor başhekimden, öğretmen okul müdüründen şiddet görebiliyor.Ama benim hala umudum var. 1990 yılında en azından yasalarda eşin izni olmadan çalışabilme hakkı alan, yine aynı yıllarda kaymakamlık sınavına katılmalarına izin verilen kadın: Durduğun yer henüz layık olduğun yer değil ama uzun yollardan geldin azminle…
Kadınsın insanlığın yüreğisin.Kadınsın insanlığın merhametisin.Kadınsın , şefkatin, adanmışlığın, ta kendisisin.Kadınsın, barışın umudusun. Kadınsın bulutların gözyaşısın.Kadınsın emeğin gücüsün.Kadınsın insanlığın erdemisin. Kadınsın, insansın yani…
At üzerindeki ölü toprağını.Dağıt yüreğindeki kara bulutları.At üstünden sana öğretilen çaresizliği. Çürüt bilincindeki çaresizlik tohumlarını Eksik bırakma hayatı.Eksik bırakma sokakları.Al yerini büyük insanlık yürüyüşünde.Al yerini sokakta, al yerini fabrikada, al yerini üniversitelerde.Al ki kasveti kalksın dünyanın…Dal hayatın içine....