22 Ocak 2009 Perşembe

Hayallll...

Sessiz sabahlarda doğaya uyansam.Dinginliğe ve huzura açsam gözlerimi.Koca gün beni beklemekte olsa; pencerenin dışında kar taneleri, beyaz örtü üstünde seken serçelerin ayak izleri, rüzgar uğultusu ve kapımın önünde odun sepeti ile.Kar tutmuş olsa odun sepetinin üstü, duvara istiflenmiş odun yığını ve balta da beklemekte olsa sırasını. Soba soğumuş olsa akşamdan, mayalanmış ekmeğin kokusu ile çocuk sevincim ısıtsa sabahın taze serinini. Bacam tütmeye başlarken yavaş yavaş, tipiye karışsa soluk dumanı. Çaydanlık konulsa ateşe.
Ekmek kırıntıları döksem pencerenin önüne, kuşlar cıvıldasa, pencereyi kapatıp camın arkasından seyretsem oynaşmalarını.Düşünsem üşüyorlar mıdır diye, üzülsem içeri almadım diye.
Kar korkutmasa beni; işte şimdi kesilecek diye.Öyle yağsa hiç durmayacakmış gibi.Ahşap şişlerimde sıcak yünler örgü sepetim oracıkta, sobanın yanında bana göz kırpsa."Al hadi beni eline, ilmekler akarken dal sen hülyalara" diye.Derin bir nefes alsam, iç geçirsem.Çaydanlıktan tüten buhar, suyun fokurdaması ısıtsa yüreğimi.
Pencerenin önünde, sobanın yanında, örgü örerek gelse akşam.Günün rengi maviye dönerken, bir köpek sesi karışsa sessizliğe belli belirsiz..Uzaklarda soluk ışıklar süzülse karanlığa.Ürpersem, örgü şalıma sarınsam sabun kokulu.
İçim kırpışsa, kuşlar havalansa, Ruhum bugünün kucağında, anılarla oynaşsa.Bugün olsa, dün olsa, yarın olsa.Farketmese zaman.Bilmesem orda olduğumu, yaşasam sadece varlığımı.Ben olsam, biz olsak, herkes olsa, hiçkimse olmasa....
Gün oracıkta olsa...Ben oracıkta olsam...Huzur olsa...Hüzün olmasa....
Bukadar olsa...Herşey bukadar...Hayat bukadar...Duru, yalın, sevinçli.Daha fazlası olmasa...
Bir de...Birde bunlar hayal olmasa...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Onur'um

Canım benim.Canımın canı...Çok iyi bildiğimi sandığım empatiyi, fedakarlığı, her anın kıymetini bana anlatan.Bir bakışın, bir gülüşün nekadar ama nekadar kıymetli olabileceğini bana öğreten.Olmazsa olmazımız.Anneliği melekliğe, teyzeliği anneliğe yaklaştıran, dualarımızın baş kahramanı, sihirli yavrum.Seni seviyorum.Yüreğimi büyüttün kocaman...Ben de söylüyorum.İyi ki varsın.Sen olmasaydın biz, hepimiz nekadar eksik olurduk.....

Onur

Sen bunu okuyamasan da , sana okuduklarında anlamasan da ben yine yazıyorum.Belki bir gün kendi kendine okuyup anlayabilirsin umuduyla yazıyorum.İyi ki doğdun Onur.Sen olmasaydın biz ne kadar eksik kalırdık.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Guri Kayoba

Evim;oymalı sandıklarda çocukluğumu, gençliğimi, düşlerimi saklayan....Memleketim; armut tadı, su sesi, toprak, nem ve çay kokan...Mutfağım; bir evi ev yapan.Göremezsem özlediğim, bulamazsam aradığım, adının tınısı içimi titreştiren,içine kıvrılıp geçmişimde, geleceğimde, beni ben yapan her yerde yolculuklara çıktığım.Unutmaya yüz tutarsam kendimi kollarını açıp beni çağıran. Beni bana taşıyan.Beni bana barıştıran, beni bana çağrıştıran.Zayıf düşerse kolum kanadım gücümü toparlayan.Saran, sarmalayan.Kendim işte kendimi anlatan....

Dede, Kış,Kar, Kız Çocuğu....

Küçük bir kız çocuğu.Dedesinin henüz beline dek uzanabilen.Dedesi çok özeldir onun için.Yazlar hep dedesinin dizi dibinde, atölyesinde talaşla, tahta parçalarıyla oynayarak,özenle şekil verdiği talaştan yemeklerini dedesine ikram ederek geçecektir de,sonbahar ayrılık vaktidir işte.Şehre dönülecek, okul açılacak, başka bir bene doğru uçulacaktır.Sabırsızca bekleyerek karne tatillerini; geçecektir zaman.

O gün geldiğinde, karne alınır alınmaz düşülecektir yollara.Şehir yolu bitince eski bir köy minibüsü ile başlayacaktır köye tırmanış.Yükseldikçe içi havalanacaktır kız çocuğunun.Garip bir kendine dönüş duygusudur aslında bu, adını şimdi koyabildiği.Kar yağmaktadır.Hem de lapa lapa...

Eski köy minibüsü teklemeye başlayınca Karadenizin sarp yollarında, yolun sonuna yürümek kalacaktır son bir gayret.Ayakları üşüyecektir.Ama olsun dedesi köyde beklemektedir, gümbür gümbür yanan talaş sobasının başında.Ayaklarının ucu ağrısa da soğuktan, farkında bile olmayacaktır kız çocuğu.Kar yağmaktadır.Hemde de lapa lapa...

Köyün girişindeki camiye vardığında, dedesine son kez el salladığı dönemeçte bekliyor bulacaktır, giderken bıraktığı hüznü.Sevinç olup dolacaktır içine şimdi o hüzün.Kendi olup dolacaktır içine.

O armut ağacının dibinde beklerken bulacaktır dedesini.Sarılırken, içinde kaybolduğu o kocaman gövdenin verdiği güven duygusunu içine çekecektir,talaş, soba,kış, sevgi kokan o duyguyu.

Üşümüş ayakları hiç mi hiç umurunda değildir ya onun; dedesi soba başında , tombul elleri ile ovuşturacaktır, soğuktan kızarmış ayaklarını, karla ovuşturacaktır, sevgiyle, özenle....

Oh beee.Dedesi iledir işte kız çocuğu.Hem de kışın, Hem de köyde.Kar da yağmaktadır.Hem de lapa lapa....

Büyüyecektir kız çocuğu.Ama karı, kışı, sobayı hep sevecektir.Hiç unutmayacaktır soğuktan kızarmış ayaklarını oğuşturan tombul elleri.Her kış o köy kokusunu, o köy tadını arayacaktır.Her kışı o kışla karşılaştıracak, ona benzediği kadar sıcak olabilecektir kışlar.

Anne olduğunda bile, içindeki kız çocuğu, kar yağsın diye dualar edip yatacak, her uyandığında bir heves camdan bakacaktır dualarım kabul edildi mi diye.Şaşıracaktır kendi de şu kız çocuğunun şaşkın haline.

Ama yine de, bir umut, her sabah mutlaka bakacaktır pencereden.Köy, çocuk, kış, karne tadında bir süpriz belki beklemektedir dışarda diye....

5 Ocak 2009 Pazartesi

Yapabilir miyim?

Uçabilir miyim kendime doğru, kendimden uzaklara? Büyütebilir miyim kanatlarımı yeniden?Suyum ekmeğim var mıdır onları güneşe büyütecek? İçimin tohumlarını saçsam toprağa, belki filizlenir mi bir tanesi? Filizlenirse şayet, güneşi yeter mi, zemheriden önce çiçeğe durup meyve vermeye?Yoksa çok mu geç artık? Çürüyüp kalır mı toprakta tohumcuk.Ya da dayanır mıbir dahaki bahara kadar? İçimde binbir yerden pörtleyen umutlarım, su damlaları gibi birleşip ulaşabilirler mi nehirlerime? Yolda buharlaşıp yiterler mi yoksa? Eskimiş koca bir çuvala doldurur gibi, doldursam yüreğime bütün sevgilerden bir tutam, yırtılır mı yüreğim? Parçalanıp da karışır mı kainatın tümüne.Kendiyle birlikte sınırlarımı da alır götürür mü?
Olur muyum yaşam, olur muyum ben,olur muyum biz?....
Ne dersiniz dostlar, yapabilir miyim? Ne dersiniz?....

3 Ocak 2009 Cumartesi

Birdik......

Ayaklarımızda kara lastikler, bileklerimizde sarmaşık bilezikler, boynumuzda eğrelti otundan yapılmış kolyeler vardı , doğayla birdik köyümün sarp patikalarında koşarken. İnsan değildik de, ağacın gölgesiydik, güneşin parıltısı ya da taşların dizilişi yollarda, kıpırtısız…Küçük loş ırmaklarda kaygan taşların üzerinden yüzyılların ustalığı ile akan lıkır lıkır suyduk, ya da yağmurdan sonra geceleri yatağımızdan dinlediğimiz gümbür gümbür derenin sesiydik, üzerindeki asma köprüden geçerken ürpertiyle seyrettiğimiz köpüklü sularıydık o derenin.Su değirmeninin çevirdiği çarktık. Kocaman ceviz ağaçlarının yağmurda dökülen küçük değerli meyveleriydik, o meyvenin otlar arasındaki yuvarlanışı, bulunduğundaki duruşuyduk.. Sıska kızıl tavukların gizli yuvalarında biriktirdikleri yumurtaların sevinci, salatalıkların çiçekten meyveye dönüşünün sabırsızlığı, salı günleri dedemin cebinden çıkan piknik bisküvilerinin umuduyduk.Araba sesine yola koşan çocuk ayaklarıydık ve şehre dönüş gecesi içimizi yakan hüzündük, ayrılık acısıydık.İyileşene kadar sızısı hep yazı hatırlatan yaralardık dizlerimizdeki.
Yaşıyorduk farkında olmadan.Hani ağrımayan organımızın farkında olmadığımız gibi.Mutluyduk mutlu olalım diye uğraşmadan, farkında olmadan.Birdik, bütündük, yaşamın kendisiydik, orda burada aramazdık mutluluğu, içimizde falan da değildi hani.Neysek oyduk işte.Vardık ve yaşıyorduk.
Ama şimdi…. Büyüyünce...Bebeğin ana rahminden kopuşu gibi kopunca toprak anadan, yaprak kardeşten. Şimdi… Mutlu olmaya çalışırken…O oluşun izlerini kıpırdatan bir ses, bir gölge, bir ışık oyunu yakalayınca, bir yaprak salınınca, bir ot hışırdayınca, içimde biryerler kırpışınca, bir kuş havalanınca kalbimden… Şimdi.
Anlıyorum ki; Yağmurun yaprakla birleştiği yerdeydik biz; ne geçmişte ne de gelecekte…