25 Eylül 2008 Perşembe

Eylül, babam

Her mevsim ayrı bir türkü fısıldar kulağıma ama sanki güzün türküsü daha yanıktır hepsinden. Eylülde köyden döner masanın üzerine bizim için dizilmiş okul kitaplarının, kaplama kağıtlarının arasına karışırdık. Babam biz yokken hepimize ayrı ayrı almış olurdu kitaplarımızı, kimse büyüğünden kalan eskileri kullanmazdı. Demek ki babam için sadece bir formalite değildi okumamız. Diliyle söylemediği o gizli mesaj aslında hummalı hazırlığında aşikardı. Annem daha köyden dönmeden diktirmeye başlardı formalarımızı. Farkındaymışız ki tatlı bir heyecan ve başarılı olma arzusu sarardı ruhumuzu. Hepimizin aynı çatı altında yaşadığı o sonbaharlar hep öyle sürüp gidecek gibiydi. Balkonda fasülye turşuları, kavanoz kavanoz konserveler, mısır, kabak ve köy elması, armut pekmezi olurdu. Okuldan sığınır gibi gelirdik eve, önce yemek yenirdi, masada anlatılırdı okul öyküleri. Evimiz huzur verirdi. Üstelik sadece bize değil arkadaşlarımıza da...Resim dersinde mutlaka kış hazırlıklarıyla ilgili bir resim yapardık. O resmi yapmak evcilik oynamak kadar tatlıydı. Odun, kömür, turşu bidonları, reçel kavanozları, sararmış yapraklar, okula giden çocuklar olurdu içinde. Bir parça gurbet miydi ve biz zor şartlar altında fırtınada birbirine sığınan kuşlar gibi miydik, bu yüzden mi herkesen çok sevdik çekirdek ailemizi? Güz akşamlarında yediğimiz tatlı kabaklar mı kaldı hala boğazımızda?

1 yorum:

Beter Böcek dedi ki...

Ne güzel bir anlatım olmuş bu böyle...
Sizin yaşadıgınız gibi bir yerde yaşamak, böyle bir ortamın olması, bir ekmeği bölerken bile huzur olması çok istediğim birşey...
Paylaşımınız için teşekkürler, sevgiler.